(TÜRK HEYKEL
SANATI DOSYASI)
3- Türk Heykel Sanatı’nda İlk
Cumhuriyet Kuşağı
Ebru Nalan Sülün
Türkiye Cumhuriyet’inin uygarlık düzeyini çağdaş
noktalara getirmek için uygulanan bir takım devrimlere bağlı olarak heykel
sanatında bir dizi yenilenme hareketleri yaşanmıştır. Bu süreçte devlet tarafından desteklenen anıt
inşaları, eğitim süreçleri ülkede sanatsal ve kültürel ivmenin hızlanmasında
önemli bir etken olmuştur.
Heykel sanatı daha önce de
belirttiğim gibi resim sanatına göre daha sert dönemeçlere sahipti. Toplumsal
kabullenmeme durumu ve sanatçı gücünün azlığı ülkede heykel sanatına dair yeni
gelişim politikalarının oluşturulmasını gerekli kıldı. Anıt girişimi, yabancı
sanatçılar ile sağlanan diyalog ve ortak çalışma planlarının yanında eğitimde
de yeni açılımlar heykel sanatının ilerlemesinde büyük bir paya sahipti.
Öncelikle batı etkili ve batı geleneğini sürdürebilecek bir eğitim sistemi ve
öğretimi gerekli idi. Bu süreçte Osmanlı dönemi’nden devralınan Sanayi-i Nefise
Mektebi 1926 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi adını aldı.
Bu
isim değişikliği aynı zamanda Cumhuriyet idealleri ile şekillendirilecek olan okulda
oluşturulacak yeni sistemler ve yeni değişimlerin de habercisi idi. O yıllarda
Güzel Sanatlar Akademisi güzel sanatlar eğitimi veren tek kurum idi. Fakat;
okulun eğitim hedefine ulaşabilmesi için gerekli eğitmen sayısı yeterli
değildi. Okulda heykel sanatçısının yetiştirilmesi eğitmen desteği olmadan
mümkün görünmüyordu. Bu nedenle sanatçı
yetiştirme yolları aranarak devlet tarafından verilecek yurt dışı eğitim desteği
ile heykel sanatçıları yetiştirilmeye başlanmıştır.
Bu
uygulamalardan ilki, -esasen her yıl Sanayi-i Nefise Mektebinin heykel ve resim
bölümünden mezun olan birer öğrencinin eğitim amacıyla Avrupa’ya gönderilmesi
yönündeki bir uygulamanın devamı da denilebilecek bir niteliğe sahip olmak
üzere- heykel alanında yetiştirilmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi ve bu
öğrenciler eğitimlerini tamamlayıp yurda dönene kadar heykel eğitiminde yabancı
uzmanlardan yararlanılmasıdır (1).
1925 senesinde eğitim amacıyla
açılan Avrupa sınavını kazanan ilk Türk heykeltıraş Ratip Aşir Acudoğlu
(1898-1958)’dur. Sanatçı 1918 yılında girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi’nde İhsan
Özsoy’un öğrencisi olmuştur. 1920’de
gittiği Almanya'da Münih Akademisi'ne girmiş ve Akademie der Bildenden
Künste’de bir süre Blecker'in atölyesinde çalışmıştır. Acudoğlu bu sınavı
kazanmadan önce de Paris’e gitme şansını yakalayabilmiş ve orada hayran olduğu
Maillol eserlerini incelemiştir. Maillol ile kurulan bu iletişim sanatçının
figür çalışmalarında izlenen yapısal kurguda hissedilmektedir. Acudoğlu
Cumhuriyet Dönemi’nin ilk sanatçı topluluğu olan Müstakil Ressamlar ve
Heykeltıraşlar Derneği’nin de aynı zamanda kurucu üyelerindendir. Ratip Aşir;
kazandığı sınav sonucunda Paris’de Académie Julian’de
eğitim almaya başlamıştır. Henri Bouchard ve Paul Landowski ile heykel çalışmıştır.
Sanatçı 1928 yılında Türkiye’ye döndüğünde 1958 yılına dek ilk ve orta dereceli
okullarda resim öğretmeni olarak görev yapmıştır. Menemen- Şehit Kubilay Anıtı
(1932), Erzincan İnönü Anıtı (1948) ve Fahriye Yen’e ait büst çalışması
sanatçının en önemli heykel çalışmaları arasındadır. Erzincan için hazırlanan
İsmet İnönü Heykeli, 1939 Erzincan depreminden sonra şehrin tekrar kurulması
için yoğun bir şekilde çalışan İsmet İnönü’ye ithaf edilmiştir. Sanatçı heykel
sanatçısı olarak yetiştirilmesine rağmen ülkede var olan sanat eğitimcisi
sayısının azlığı nedeniyle hayatının sonuna dek resim öğretmenliği yapmıştır.
Bu durum ülkede sanat alanında var olan eğitmen boşluğunu da görünür
kılmaktadır.
Acudoğlu’ndan sonraki dönemlerde Ali Hadi Bara
(1906-1971), Zühtü Müridoğlu
(1906-1992)
ve Nusret Suman (1905-1978) heykel alanında yetiştirilmek üzere devlet tarafından
Paris ve Münih gibi dönemin önemli sanat merkezlerine gönderilmişlerdir.
16 Nisan
1929’da “1416 sayılı kanun” ile birlikte “yurt dışında yetiştirilmek üzere
gönderilecek gençlerle ilgili yeni ve tümünü kapsayan hükümler” getirilmiştir.
Ancak, gerek II. Dünya Savaşı gerekse 1937 yılında heykel eğitimi vermek üzere
Türkiye’ye davet edilen Rudolf Belling’in Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde
eğitime başlaması gibi nedenlerden dolayı bu kanun ilk kez 1946 yılında İlhan
Koman’ın yurt dışına gönderilmesiyle başlayan yeni bir döneme girinceye dek
uzun bir süre heykel konusunda uygulanamamış, bu yeni dönemle birlikte söz
konusu uygulama gelişerek belli bir düzene girmiştir (Gezer 1984: 17).
Ali Hadi Bara da devlet desteği ile gittiği Paris’te Julian
Akademisi’nde Henri Bouchard’ın öğrencisi olmuştur. Charles Despiau’dan da ayrıca
dersler almıştır. Ratip Aşir’in çok isteyip yapamadığı Aristide Malilol’un
yanında çalışmayı Bara başarmıştır. Bu çalışma süreci, sanatçının ilk heykel çalışmalarında
yoğun bir Maillol etkisinin var olmasına neden olmuştur.
Malilol etkisinin hissedildiği, ayrıca 1928 yılında Paris
Salon d’Automme’da sergilenmiş olan ve şimdi İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde
bulunan ‘Havva’ heykeli o yıllarda Türk heykel sanatçılarının anıt ve büst
dışında yapılmış ilk ayrımlı çalışması olarak hatırlanır (2) Hatta bu heykeli
ile sanatçı Türkiye’ye döndükten sonra Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar
Birliği’nin 15 Şubat 1931 yılında açılan dördüncü grup sergilerinde de yer
almıştır. O yıllarda uyguladıkları yenilikçi üslup nedeniyle oldukça tepki alan
dernek üyeleri ve üretilen eserleri Elif Naci, ‘Havva’ heykelini
araçsallaştırarak eleştirmiştir: “Ortada
Hadi’nin Havva aleyhisselâmı kolunu alnına dayamış serginin bu asrî
tuvaletinden utanmış görünüyor” (3)
“Havva” heykeli o
yıllarda yurtdışından ülkeye getirilmiş en büyük boyutlu heykel olma özelliğini
de taşımaktadır.
ali hadi bara-Boşlukta Sürekli Biçim, 1952-İ.R.H.M. |
ali hadi bara-havva-1929 |
Hadi Bara; Türkiye’ye döndükten sonra Güzel Sanatlar
Akademisi’nde önce kütüphane memuru daha sonra da asistan olarak görev
yapmıştır. Bu sırada Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’ne katılmış
ve sergilere dahil olmuştur. 1933 yılında akademideki modelaj atölyesinin
sorumlusu olmuştur. Sanatçı; 1935 yılında ilk anıt çalışması olan Adana
Anıtı’nı gerçekleştirmiştir. Hadi Bara,Adana Anıtı’nı gerçekleştirdiğinde dönemin
önemli süreli yayınlarından ‘Ar Dergisi’nde sanatçıdan övgü ile söz edilir:”…
Geçen sayımızda okuyucularımıza takdim ettiğimiz genç ve pek değerli
heykeltıraşımız Ali Hadi, Adana’da dikilen Atatürk abidesi ile kudretinin güzel
bir nümunesini vermiştir. Bu abidenin sağ ve sol grupları bilhassa şayana
dikkattir…İşte Türk elinden çıkma bir Türk eseri…Türk çocuğunun sanat kudretine
inanmış olan Adana, bu inancının mükafatı olarak kendisine şeref veren, milli
olduğukadar özlü bir eser kazanmış oldu” (4).
Bara, Zühtü Müridoğlu ile olan dostluğunu heykel
çalışmalarındaki ortak çalışmalar aracılığı ile de sürdürmüştür. 1941-1943
yılları arasında Zühtü Müridoğlu ile birlikte İstanbul Beşiktaş’ta yer alan
“Barbaros Anıtı” nı gerçekleştirdiler. Hadi Bara; dönem heykel sanatçıları
arasında sanatın güncel dinamiklerini takibi ve malzeme duyarlılığındaki gelişim
süreci ile önemli adımların atılmasına neden olmuştur. 1946 sonrası Hadi Bara
heykellerinde izlenen deneysellik ve yenilikçi bakış açısında öğrencisi İlhan
Koman’ın etkisi büyüktür. Hadi Bara, 1949 yılında Paris kentine tekrar
gitmiştir. O yıllarda orada eğitim alan İlhan Koman hocası Hadi Bara’yı o
yıllarda Paris’te var olan yenilikçi sanatsal dinamiklere yönlendirmiştir.
Bara’nın bu deneyimi sanatçının heykel üslubunda yeni bir sürecin yaşanmasına
neden olmuştur. Sanatçı; Türkiye’ye döndükten sonra yeni bir Bara üslubu
yaratmıştır. Figüratif üslup daha deneysel çalışmalara dönüşmüştür. Soyut
heykel olarak da nitelendirilebilecek bu çalışmalarla paralel olarak akademik heykel
eğitiminde de dönüşüm yaşanmaya başlamıştır. 1950 yılında akademinin Rudolf
Belling yönetiminde olan heykel atölyeleri ikiye ayrılmıştır. Sanatçı; bu
atölyelerde Zühtü Müridoğlu ile birlikte eğitim vermeye başlamıştır. Rudolf
Belling ile yapılanan akademi, Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’nun varlığı ile
yenilikçi bir bakış açısı kazanmıştır. Hadi Bara, ilk demir heykellerini 1954
yılında üretmeye başlar. Bu yeni üreti süreci ile paralel olarak sanatçı
akademide bir metal atölyesi kurulmasını sağlar. Bara, 1960’lı yılların
sonlarında da o yılların teknolojik ve dönemsel yenilikleri ile bağlantılı
olarak uzay ve organik formlara yönelir. 1964’de emekli olan Bara hiç kişisel
sergi açmamıştır. Sanatçı; 1950’ye kadar figürlerinde var olan sağlam plastik
ile anılırken 1950 sonrasında heykelde araştırdığı boşluk ve doluluk kavramları
üzerindeki arayışları, heykele kattığı soyut, deneysel, organik ve dinamik
anlatım dili ile dikkat çekmiştir.
Bu yıllarda artık Türk heykelinin ve Türk
heykeltıraşlarının varlığının kanıtlanmasına ve duyurulmasına neden olan
sanatçılardan birisi de Zühtü Müridoğlu’dur. Zühtü Müridoğlu da heykel sanatında
kullandığı üslup ve malzeme hakimiyeti ile ayrıntılı incelenmesi gereken bir
heykeltıraştır. Yazı dizisinin devamında Zühtü Müridoğlu’nun heykel üslubu ayrıcalıklı bir bakış açısı ile değerlendirilecektir…
Kaynakça
(1) GEZER,
Hüseyin- Türk Heykeli- Ankara- 1984:Türkiye İş Bankası Yayınları
(2) ŞENYAPILI,
Önder- Otuzbin Yıl Öncesinden Günümüze Heykel- Ankara-2003: Metu Pres
(3) NACİ,
Elif- “Müstakillerin Sergisi”- Milliyet Gazetesi- 27 Şubat 1931.
(4) Ar
Dergisi, Mayıs 1937, S.5, s.6-7.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder