Sayfalar

13 Şubat 2013 Çarşamba


(TÜRK HEYKEL SANATI DOSYASI)

   3- Türk Heykel Sanatı’nda İlk Cumhuriyet Kuşağı                                                                           

                                      Ebru Nalan Sülün


Türkiye Cumhuriyet’inin uygarlık düzeyini çağdaş noktalara getirmek için uygulanan bir takım devrimlere bağlı olarak heykel sanatında bir dizi yenilenme hareketleri yaşanmıştır.  Bu süreçte devlet tarafından desteklenen anıt inşaları, eğitim süreçleri ülkede sanatsal ve kültürel ivmenin hızlanmasında önemli bir etken olmuştur.
            Heykel sanatı daha önce de belirttiğim gibi resim sanatına göre daha sert dönemeçlere sahipti. Toplumsal kabullenmeme durumu ve sanatçı gücünün azlığı ülkede heykel sanatına dair yeni gelişim politikalarının oluşturulmasını gerekli kıldı. Anıt girişimi, yabancı sanatçılar ile sağlanan diyalog ve ortak çalışma planlarının yanında eğitimde de yeni açılımlar heykel sanatının ilerlemesinde büyük bir paya sahipti. Öncelikle batı etkili ve batı geleneğini sürdürebilecek bir eğitim sistemi ve öğretimi gerekli idi. Bu süreçte Osmanlı dönemi’nden devralınan Sanayi-i Nefise Mektebi 1926 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi adını aldı.
Bu isim değişikliği aynı zamanda Cumhuriyet idealleri ile şekillendirilecek olan okulda oluşturulacak yeni sistemler ve yeni değişimlerin de habercisi idi. O yıllarda Güzel Sanatlar Akademisi güzel sanatlar eğitimi veren tek kurum idi. Fakat; okulun eğitim hedefine ulaşabilmesi için gerekli eğitmen sayısı yeterli değildi. Okulda heykel sanatçısının yetiştirilmesi eğitmen desteği olmadan mümkün görünmüyordu.  Bu nedenle sanatçı yetiştirme yolları aranarak devlet tarafından verilecek yurt dışı eğitim desteği ile heykel sanatçıları yetiştirilmeye başlanmıştır.
Bu uygulamalardan ilki, -esasen her yıl Sanayi-i Nefise Mektebinin heykel ve resim bölümünden mezun olan birer öğrencinin eğitim amacıyla Avrupa’ya gönderilmesi yönündeki bir uygulamanın devamı da denilebilecek bir niteliğe sahip olmak üzere- heykel alanında yetiştirilmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi ve bu öğrenciler eğitimlerini tamamlayıp yurda dönene kadar heykel eğitiminde yabancı uzmanlardan yararlanılmasıdır (1).
            1925 senesinde eğitim amacıyla açılan Avrupa sınavını kazanan ilk Türk heykeltıraş Ratip Aşir Acudoğlu (1898-1958)’dur. Sanatçı 1918 yılında girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi’nde İhsan Özsoy’un öğrencisi olmuştur. 1920’de gittiği Almanya'da Münih Akademisi'ne girmiş ve Akademie der Bildenden Künste’de bir süre Blecker'in atölyesinde çalışmıştır.  Acudoğlu bu sınavı kazanmadan önce de Paris’e gitme şansını yakalayabilmiş ve orada hayran olduğu Maillol eserlerini incelemiştir. Maillol ile kurulan bu iletişim sanatçının figür çalışmalarında izlenen yapısal kurguda hissedilmektedir. Acudoğlu Cumhuriyet Dönemi’nin ilk sanatçı topluluğu olan Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği’nin de aynı zamanda kurucu üyelerindendir. Ratip Aşir; kazandığı sınav sonucunda Paris’de Académie Julian’de eğitim almaya başlamıştır.  Henri Bouchard ve Paul Landowski ile heykel çalışmıştır. Sanatçı 1928 yılında Türkiye’ye döndüğünde 1958 yılına dek ilk ve orta dereceli okullarda resim öğretmeni olarak görev yapmıştır. Menemen- Şehit Kubilay Anıtı (1932), Erzincan İnönü Anıtı (1948) ve Fahriye Yen’e ait büst çalışması sanatçının en önemli heykel çalışmaları arasındadır. Erzincan için hazırlanan İsmet İnönü Heykeli, 1939 Erzincan depreminden sonra şehrin tekrar kurulması için yoğun bir şekilde çalışan İsmet İnönü’ye ithaf edilmiştir. Sanatçı heykel sanatçısı olarak yetiştirilmesine rağmen ülkede var olan sanat eğitimcisi sayısının azlığı nedeniyle hayatının sonuna dek resim öğretmenliği yapmıştır. Bu durum ülkede sanat alanında var olan eğitmen boşluğunu da görünür kılmaktadır.
  Acudoğlu’ndan sonraki dönemlerde Ali Hadi Bara (1906-1971), Zühtü Müridoğlu
(1906-1992) ve Nusret Suman (1905-1978) heykel alanında yetiştirilmek üzere devlet tarafından Paris ve Münih gibi dönemin önemli sanat merkezlerine gönderilmişlerdir.
16 Nisan 1929’da “1416 sayılı kanun” ile birlikte “yurt dışında yetiştirilmek üzere gönderilecek gençlerle ilgili yeni ve tümünü kapsayan hükümler” getirilmiştir. Ancak, gerek II. Dünya Savaşı gerekse 1937 yılında heykel eğitimi vermek üzere Türkiye’ye davet edilen Rudolf Belling’in Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde eğitime başlaması gibi nedenlerden dolayı bu kanun ilk kez 1946 yılında İlhan Koman’ın yurt dışına gönderilmesiyle başlayan yeni bir döneme girinceye dek uzun bir süre heykel konusunda uygulanamamış, bu yeni dönemle birlikte söz konusu uygulama gelişerek belli bir düzene girmiştir (Gezer 1984: 17).
Ali Hadi Bara da devlet desteği ile gittiği Paris’te Julian Akademisi’nde Henri Bouchard’ın öğrencisi olmuştur. Charles Despiau’dan da ayrıca dersler almıştır. Ratip Aşir’in çok isteyip yapamadığı Aristide Malilol’un yanında çalışmayı Bara başarmıştır. Bu çalışma süreci, sanatçının ilk heykel çalışmalarında yoğun bir Maillol etkisinin var olmasına neden olmuştur.
Malilol etkisinin hissedildiği, ayrıca 1928 yılında Paris Salon d’Automme’da sergilenmiş olan ve şimdi İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde bulunan ‘Havva’ heykeli o yıllarda Türk heykel sanatçılarının anıt ve büst dışında yapılmış ilk ayrımlı çalışması olarak hatırlanır (2) Hatta bu heykeli ile sanatçı Türkiye’ye döndükten sonra Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin 15 Şubat 1931 yılında açılan dördüncü grup sergilerinde de yer almıştır. O yıllarda uyguladıkları yenilikçi üslup nedeniyle oldukça tepki alan dernek üyeleri ve üretilen eserleri Elif Naci, ‘Havva’ heykelini araçsallaştırarak eleştirmiştir: “Ortada Hadi’nin Havva aleyhisselâmı kolunu alnına dayamış serginin bu asrî tuvaletinden utanmış görünüyor” (3)
 “Havva” heykeli o yıllarda yurtdışından ülkeye getirilmiş en büyük boyutlu heykel olma özelliğini de taşımaktadır.

ali hadi bara-Boşlukta Sürekli Biçim, 1952-İ.R.H.M.

ali hadi bara-havva-1929

Hadi Bara; Türkiye’ye döndükten sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde önce kütüphane memuru daha sonra da asistan olarak görev yapmıştır. Bu sırada Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’ne katılmış ve sergilere dahil olmuştur. 1933 yılında akademideki modelaj atölyesinin sorumlusu olmuştur. Sanatçı; 1935 yılında ilk anıt çalışması olan Adana Anıtı’nı gerçekleştirmiştir. Hadi Bara,Adana Anıtı’nı gerçekleştirdiğinde dönemin önemli süreli yayınlarından ‘Ar Dergisi’nde sanatçıdan övgü ile söz edilir:”… Geçen sayımızda okuyucularımıza takdim ettiğimiz genç ve pek değerli heykeltıraşımız Ali Hadi, Adana’da dikilen Atatürk abidesi ile kudretinin güzel bir nümunesini vermiştir. Bu abidenin sağ ve sol grupları bilhassa şayana dikkattir…İşte Türk elinden çıkma bir Türk eseri…Türk çocuğunun sanat kudretine inanmış olan Adana, bu inancının mükafatı olarak kendisine şeref veren, milli olduğukadar özlü bir eser kazanmış oldu” (4).
Bara, Zühtü Müridoğlu ile olan dostluğunu heykel çalışmalarındaki ortak çalışmalar aracılığı ile de sürdürmüştür. 1941-1943 yılları arasında Zühtü Müridoğlu ile birlikte İstanbul Beşiktaş’ta yer alan “Barbaros Anıtı” nı gerçekleştirdiler. Hadi Bara; dönem heykel sanatçıları arasında sanatın güncel dinamiklerini takibi ve malzeme duyarlılığındaki gelişim süreci ile önemli adımların atılmasına neden olmuştur. 1946 sonrası Hadi Bara heykellerinde izlenen deneysellik ve yenilikçi bakış açısında öğrencisi İlhan Koman’ın etkisi büyüktür. Hadi Bara, 1949 yılında Paris kentine tekrar gitmiştir. O yıllarda orada eğitim alan İlhan Koman hocası Hadi Bara’yı o yıllarda Paris’te var olan yenilikçi sanatsal dinamiklere yönlendirmiştir. Bara’nın bu deneyimi sanatçının heykel üslubunda yeni bir sürecin yaşanmasına neden olmuştur. Sanatçı; Türkiye’ye döndükten sonra yeni bir Bara üslubu yaratmıştır. Figüratif üslup daha deneysel çalışmalara dönüşmüştür. Soyut heykel olarak da nitelendirilebilecek bu çalışmalarla paralel olarak akademik heykel eğitiminde de dönüşüm yaşanmaya başlamıştır. 1950 yılında akademinin Rudolf Belling yönetiminde olan heykel atölyeleri ikiye ayrılmıştır. Sanatçı; bu atölyelerde Zühtü Müridoğlu ile birlikte eğitim vermeye başlamıştır. Rudolf Belling ile yapılanan akademi, Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’nun varlığı ile yenilikçi bir bakış açısı kazanmıştır. Hadi Bara, ilk demir heykellerini 1954 yılında üretmeye başlar. Bu yeni üreti süreci ile paralel olarak sanatçı akademide bir metal atölyesi kurulmasını sağlar. Bara, 1960’lı yılların sonlarında da o yılların teknolojik ve dönemsel yenilikleri ile bağlantılı olarak uzay ve organik formlara yönelir. 1964’de emekli olan Bara hiç kişisel sergi açmamıştır. Sanatçı; 1950’ye kadar figürlerinde var olan sağlam plastik ile anılırken 1950 sonrasında heykelde araştırdığı boşluk ve doluluk kavramları üzerindeki arayışları, heykele kattığı soyut, deneysel, organik ve dinamik anlatım dili ile dikkat çekmiştir.
Bu yıllarda artık Türk heykelinin ve Türk heykeltıraşlarının varlığının kanıtlanmasına ve duyurulmasına neden olan sanatçılardan birisi de Zühtü Müridoğlu’dur. Zühtü Müridoğlu da heykel sanatında kullandığı üslup ve malzeme hakimiyeti ile ayrıntılı incelenmesi gereken bir heykeltıraştır. Yazı dizisinin devamında Zühtü Müridoğlu’nun heykel üslubu  ayrıcalıklı bir bakış açısı ile değerlendirilecektir…

* Bu yazı Artist modern , Ağustos-Eylül 2011 de yayınlanmıştır.
           
Kaynakça

(1)   GEZER, Hüseyin- Türk Heykeli- Ankara- 1984:Türkiye İş Bankası Yayınları
(2)   ŞENYAPILI, Önder- Otuzbin Yıl Öncesinden Günümüze Heykel- Ankara-2003: Metu Pres
(3)   NACİ, Elif- “Müstakillerin Sergisi”- Milliyet Gazetesi- 27 Şubat 1931.
(4)   Ar Dergisi, Mayıs 1937, S.5, s.6-7.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder