TÜRK HEYKEL SANATI DOSYASI-2.
Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi’nin İlk
Yıllarında Heykel Dinamikleri: Yabancı Heykeltıraşlar
Ebru Nalan Sülün
Türkiye’de Cumhuriyet öncesi
dönemde heykel sanatına dair gelişmeler var olmuşsa da bu gelişme ve dinamikler
bu alana ilişkin toplumsal bir bilinç, gelişim yaratmaya yeterli olamamıştır. Bu
nedenle Cumhuriyet’in ilk yıllarında sanatın gelişimine yönelik programlar Cumhuriyet
ideallerine yönelik olmuş, bu idealleri yaygınlaştırırken de sanatın
gerekliliği ve önemini yaygınlaştırma hedeflenmiştir. Bu hedefe varma
noktasında heykele toplumsal yapılanma içerisinde biçilen rol öncelikle Cumhuriyet
ideallerini yaygınlaştırmak ve heykel bilincini oluşturmaktan yanadır. Mustafa
Kemal Atatürk; Cumhuriyet ilan edilmeden önce 22 Ocak 1923’te Bursa’da yaptığı
konuşmada gündem ve heykel üzerine şu yorumu yapmıştır: “…Anıtlardan
söz açan arkadaşımızın amacı heykel olsa gerektir. Dünyada uygarlığa ulaşmak,
ilerlemek, gelişmek isteyen herhangi bir ulus ister istemez heykel yapacak ve
heykelci yetiştirecektir. Anıtların şuraya buraya tarihsel anılar olarak
dikilmesinin dine aykırı olduğunu ileri sürenler, şer’i hükümleri gereği gibi
araştırıp incelememiş kimselerdir. Peygamber Hazretlerinin Tanrı buyruklarını
bildirişi sırasında karşısındaki insanların kalbinde ve vicdanında putlar
vardı. Bu insanları hak yoluna çağırmak için ilkin o taş parçalarını atmak ve
bunları ceplerinden ve kalplerinden çıkarmak zorunda idi. İslâm gerçekleri
tamamen anlaşıldıktan ve beliren vicdan inancı güçlü olaylarla doğru çıktıktan
sonra, birtakım aydın kişilerin böyle taş parçalarına tapacaklarını farz etmek
ve sanmak İslâm dünyasının onurunu kırmak demektir. Aydın ve dindar ulusumuz
ilerlemenin nedenlerinden biri olan heykelciliği en yüksek derecede ilerletecek
ve yurdumuzun her köşesi atalarımızın ve bundan sonra yetişecek çocuklarımızın
anılarını güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir.” (Hızal 1983:892).
Atatürk Bursa konuşmasında
değindiği üzere sözünü tutmuştur. Uygarlık ideallerini gerçekleştirirken heykel
sanatını araçsallaştırma yolunu da deneyerek halk üzerinde toplumsal bir bilinç
yaratmaya çalışmıştır. Bu bilinci oluşturma isteği oldukça zorlu bir süreci de
beraberinde getirir. Halkın daha kolay ulaştığı ve heykelin de daha çok görünür
olduğu kamusal alanlar heykel sanatını halka yakınlaştırmak için en önemli
arenalar olarak tespit edilmiştir. Meydanlarda Atatürk Heykelleri yapılmaya
başlanır. Büyük boyutlarda anıt yapımı teknik ve uzmanlık gerektiren bir
alandı. Ayrıca; büyük boyutlarda tasarlanan anıtların döküm işlemlerinin Türkiye’de
yapılmasının olanak dışı olması ülkeye yurtdışından sanatçıların getirtilmesine
sebep olmuştur. İlk
Cumhuriyet anıtları, Avrupa’da ilişki kurulan bazı sanatçılara yaptırılır. Heinrich
Krippel, Pietro Canonica, Josef Thorak ve Anton Hanak ilk Cumhuriyet anıtlarını
yapan yabancı sanatçılar olurlar (Gezer 1973: 14).
Heinrich Krippel, 1925- 1938 yılları arasında heykel siparişleri
alarak Cumhuriyet ideallerini yansıtan anıt heykeller yapmayı sürdürmüştür.
Sanatçı; tasarladığı anıtları en son ve küçük ayrıntılarına dek Viyana’daki
Ober St. Veit’deki atölyesinde tamamlamıştır. Yapıtların dökümü de Viyana’daki
Birleşik Maden İşletmeleri’nde (Vereinigte Metallwerke) yapılmıştır. Dökümü
yapılan heykeller Türkiye’ye taşınarak sanatçının gözetiminde yerlerine
yerleştirilmiştir ( Elibal 1973: 196).
Türkiye Cumhuriyet’inde heykel sanatında anıt üretiminde
yabancı sanatçı geleneği Krippel ile başlamıştır. Krippel’in 3 Ekim 1926
tarihinde açılış töreni yapılan İstanbul Sarayburnu Atatürk Heykeli de ilk
Atatürk anıtı olması nedeniyle önemlidir. Heykel; izleyenler ile buluşur
buluşmaz Atatürk’ün anıttaki formu, biçimi ve heykelin içerdiği olası anlamlar
tartışılmış, yer yer eleştirilmiştir. Krippel;
bu yıllarda heykel ile ilgili şu yorumu yapar: “… Paris’ta
yayınlanan “İllustration” dergisi de beni tenkit etti. Fakat ben bu ataklara
rağmen, Gazi’ye arzu edilen cesaretli duruşu verebildiğime inanıyorum.
Viyana’daki eleştirmenler de eserin modern bir tarza sahip olduğunu belirttiler”(1).
Pietro Canonica-Taksim Cumhuriyet Anıtı -1928 |
Pietro Canonica-Taksim Cumhuriyet Anıtı -1928-AYRINTI |
Heinrich Krippel-Sarayburnu Atatürk Anıtı-1926 |
Sarayburnu Heykeli’nin ardından Konya Atatürk Anıtı
(1926), Ankara Ulus Meydanı Atatürk Anıtı (1927), Samsun Atlı Atatürk Anıtı (
1931), Afyonkarahisar Zafer Anıtı ( 1936), Ankara Sümerbank önündeki Atatürk
Anıtı (1938)’nı yapan Krippel’a bir yabancı sanatçı daha eklemlenir. Pietro
Canonica(1869-1962), ressam ve bestecidir. İlk sergisini yirmi yaşında açan
Pietro, gerek İtalya ve gerek başka memleketlerde (Londra, Paris, Münih,
Berlin, Dresten…) açılan sergilere katılarak çalışmalarının değerlendirilmesini
sağlamış ve özellikle atlı heykelleri ile ün salmıştır. Dünyanın değişik
yörelerinden büstler ve heykel yapan Canonica’nın bu çalışmalarındaki başlıca
nitelik, biçim güzelliği ve anlatımdaki çekiciliktir . Sanatçı Türkiye Cumhuriyeti için; Ankara Etnoğrafya
Müzesi önündeki atlı Atatürk Heykeli (1927), İstanbul Taksim Cumhuriyet
Anıtı(1928), İzmir Atlı Atatürk Heykeli (1931) ni gerçekleştirmiştir. Canonica’in
tartışmalı eserlerinden İstanbul- Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın (1928)
gazetecilere sunulduğu gün heykeltıraş şu açıklamayı yapar: “ Abidenin
tertibinde Türk Milletinin Gazi Mustafa Kemal Paşa ile birlikte yapmış olduğu
savaşlardan ilham aldım. Bu savaşa ve Gazi ile diğer arkadaşlarına ait hemen
hemen bütün fotoğrafları inceledim. Ve onlardan aldığım ilhama göre çizdim”(Demirkan 1968: 4).
Taksim Anıtı; 8 Ağustos 1928’de büyük bir tören ile
açılır. İstanbul’da açılış günü büyük yankı uyandırır. Çok kalabalık gruplar
halinde açılışa İstanbul’lular tanık olurlar. Açılıştan sonra ilk sözü Anıt
Komisyonu Başkanı Hakkı Şinasi Paşa söyler: “… Abidenin
sağ ve sol kenarında bugünün tezatları görünüyor. Sağda ayaklarının altında
düşmanın didiklenmiş harp kalıntıları duran İstiklal Harbinin kahraman
cenkçisi, solda sancağının kıvrımlarında kazanılmış muharebelere katmerlenen ve
heybetli bakışıyla istikbale meydan okuyan mutlu Türk askeri duruyor. Anıtta
vatanın felaketine ağlayan yaslı hanım etrafa etrafına keder dağıtırken diğer
tarafta büyük inkılâbın diriltici rüzgârıyla peçesi savrulan yeni Türk kadını
sıcak bahtiyarlığını ruhlara serpiyor. Abidenin cephesinde en önde Gazi, insana
ait ölçülerle kıyaslanamayacak kadar büyük Gazi. Büyük kurtarıcı sağında
sayısız harp sahalarının, Mudanya ve Lozan’ın büyük galibi kılıcıyla harbi,
kalemiyle sulhü imzalayan Kahraman (İnönü), solunda Fevzi Paşa büyük ve şerefli
kumandan ve onları saran arkadaşları.Bu şanlı kafile mazinin kapısından
çıkıyor, o kapının arkasında da bin bir bela ve korkunç imtihanı var” ( Elibal
1973: 208).
Canonica, heykelin taslağını İtalya’da hazırlamıştır ve
heykelleri İtalya’da sergilemiştir. Daha
sonra İstanbul’a heykeller getirtilmiştir. Sanatçı; anıtta tunç heykele pembe
damarlı mermeri özellikle seçtiğini belirtse de bu uyum ve heykelin boyutu anıtın
yapıldığı dönem içerisinde ve şimdi hala tartışılmaktadır. Sanatçı, basın
karşısında ilham kaynaklarını açıklarken yerli sanatçı ve eleştirmenler de
diğer yandan yabancı sanatçıların ülkede var olma durumlarına eleştirel
göndermeler yaparlar. Yabancı heykeltıraşların Türkiye’deki anıt faaliyetini
engellemek amacıyla Taksim Anıtı kanıt gösterilerek yazdıkları metinler Ar
Dergisi’nde yer almıştır: “…Birkaç metre çevresi olan ve küçük
denilebilecek bu abidede, birbiri üstüne yığılmış, birbirine yapışmış belki
otuzdan fazla figür sayabilirsiniz. Bu kadar küçük bir sahada bu kadar unsurun
toplanması, abidecilik kanunlarına uymadığı için Taksim abidesi hiçbir büyüklük
taşımıyor ve lüzumsuz süsleri, yanlış nispetleri, anestetik şekli ile küçücük
bir maket, bir oyuncak tesirini veriyor”(2)..
---------------------------------------------------------------------------------------------
(1)
07.12.1966 tarihli
Cumhuriyet Gazetesi’nde “40 Yıl Önce” başlığı altında sunulmuş Krippel’in
gazetede yayınlanan heykel hakkındaki yorumlarından alınmıştır.
(2)
Ar Dergisi, Mayıs 1937, sayı:5,s.6-7.
Türkiye’de İlk Cumhuriyet Kuşağı’nda heykel üreten diğer
yabancı sanatçılar ise; Josef Thorak ve Anton Hanak isimli sanatçılardır.
Sanatçılar 1935 yılında Ankara-Güven Park anıtını yapmışlardır. 1932 yılında
Hanak Türkiye’ye gelir. Taşocaklarını gezer, sanatçılarla tanışır. Aynı yıl
içerisinde heykeli de yapmaya başlar. Güven Anıtı aynı yılın Ekim ve Kasım
aylarında yapılmaya başlanır. 1933, anıttaki figürlerin ve alçak kabartmaların
oluşturulduğu yıldır. Anıtta iki figürlü cephenin görünüşünde Türkiye’nin,
halkının ve ülkenin geçmişten yeniye akışı sunulmuştur. Anıtın geneli
değerlendirildiğinde; öyküsel bir anlatım dili ile ülkenin yeniliğe yönelişi
figürsel anlatım dili ifade edilmiştir. Bu figürler, bir uyma, katılma,
kaynaşmayı ifade eder. Grubun ortasında da Atatürk bulunur. Anton Hanak; Atatürk’ün
yer aldığı cephe için 50x60 cm.lik küçük bir eskiz yapmıştır. Fakat; bu duvarın
bitirilmesinde Hanak yer alamamıştır. Sanatçı; 1933 Kasım’ında rahatsızlandığında
ülkesine dönmek ister. 1934 yılında da kalp krizi geçirerek hayatını kaybeder (
Elibal 1973: 220).
Anton A. Hanak’ın rahatsızlığı üzerine Ankara-Güven Anıtı
heykelini tamamlama görevi Josef Thorak’a verilir. 27 Haziran 1934’de anıttaki
iki bronz figürün dökümü yapılır. Kaidedeki kabartmalar da Hanak’ın öğrencisi
Franz X.Wirth, diğer öğrenciler ve taş ustaları tarafından bitirilir. Anıtta
iki figürlü olan cephe 1 Kasım 1934 tarihinde bitirilirken Josef Thorak’ın
yardımı ile bitirilen cephenin yapım tarihine anıtta da vurgu yapılmıştır ve
Romen rakamı ile 1935 tarihine vurgu yapılmıştır. Anıtın tümünün tasarımı Anton
A. Hanak tarafından yapılmıştır. Ama sanatçının ani rahatsızlığı nedeniyle
anıtın iki sanatçısından birisi böylece J. Thorak olmuştur.
Ar Dergisi’nde Krippel ve Thorak heykelleri ile ilgi
eleştiriler de yer almıştır: “… H.Krippel’in
“abideleri”abidede aradığımız vasıfların hiçbirine malik değildir.
Memleketimizi tecrübe tahtası olarak kullanan ecnebi sanatkarları, para
kazanmak gibi meşru bir arzudan başka hiçbir his beslememekte, kabahatli
değildirler…Thorak Münih estetiğinin en hazin tecellilerinin toprağımızda
kökleşmesini, havamıza karışmasını, güya inkılabımızı tercüme etmesini gönül
hiç de istemezdi. Bu teatral eser, Ankara’nın ahenkli ufuklarında kötü bir nota
gibi gözlerimizi hırpalıyor”( 3).
Ar Dergisi; yayınlandığı yıllarda oluşturduğu eleştirel
ortam sayesinde Cumhuriyet Türkiye’sinde oluşan yabancı sanatçı dinamiğine
dikkatleri çekmişti. Bu dinamikler içerisinde Türk heykel sanatında batılılaşma
süreci ile başlayan dönüşümler eğitim sisteminde gerçekleştirilen yenilikler
ile devam etmiştir. Osmanlı döneminden devralınan ve 1926 yılında Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi ismini alan Sanayi Nefise Mektebi’nde var olan heykel eğitimini
yürütecek, heykeltıraş yetiştirecek insan gücünü oluşturmak için önemli
yeniliklerin yapılmasına karar verilmiştir. Akademi bu amaçla geliştirilmeye
çalışılmıştır. Bu süreçte resim ve heykel bölümlerinden mezun olan öğrenciler
Avrupa’ya eğitim için gönderilecekler, bu öğrenciler geri döndükten sonra da
akademide eğitim vereceklerdi. Bu ara dönemde yetişmiş insan yokluğu Türkiye’de
yabancı sanatçılardan faydalanılmasına gerekçe olarak gösterilebilir. Avrupa sınavını kazanarak Paris’e eğitim için
giden ilk Türk heykel sanatçısı; Ratip Aşir Acudoğlu’dur. Acudoğlu’ndan sonraki
süreçte ise Ali Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu ve Nusret Suman devlet desteği ile
Paris ve Münih’te önemli sanat okullarına gönderilmişler ve ülkelerine
döndüklerinde Türk heykel sanatında yeni ve dinamik bir ivmenin oluşmasına
sebep olmuşlardır.
(3)
A.g.e., s.6-7.
* Bu yazı Artist modern, Haziran-Temmuz 2011 de yayınlanmıştır.
Kaynakça
Meriç Hızal, “Cumhuriyet Döneminde Heykelcilik”,
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 1983, İletişim Yayınları, cilt 4
Hüseyin
Gezer, 50 Yılın Türk Resim ve Heykeli,1973, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları
Gültekin Elibal, Atatürk
ve Resim Heykel, 1973, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları
Selahattin Demirkan, “İstanbul Taksim Cumhuriyet
Abidesi Ne Maksatla, Nasıl, Ne Zaman Kuruldu?”, 1968, İstanbul, Sıralar
matbaası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder