(TÜRK HEYKEL SANATI DOSYASI)
4- Türk
Heykel Sanatı’nda İlk Cumhuriyet Kuşağı
ZÜHTÜ MÜRİDOĞLU (1906-1992)
Ebru Nalan Sülün
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Hadi Bara ile anılan önemli
heykel sanatçılarından birisi de Zühtü Müridoğlu’dur. Sanatçı;heykel sanatında
Hadi Bara ile paralel dönemlerde heykel sanatında kullandığı üslup ve malzeme
hakimiyeti, çok cepheli duruşu ile gelişimde önemli bir paya sahiptir. O
yıllarda Türkiye’de, gelişen heykel sanatını olgunlaştıran yönü ve önemi
nedeniyle Zühtü Müridoğlu’nun sanatı daha ayrıntılı değerlendirilecektir.
Sanatçı; 1924 yılında İhsan Özsoy’un
desteği ile Sanayi Nefise Mektebi Alisi’ne girer. Okulda İhsan Özsoy’un öğrencisi olur. Sanatçı
1928 yılında okulu bitirir ve o dönemde yaygın olan Avrupa bursunu girdiği
sınav sonucunda kazanır. Müridoğlu; 1928 ve 1932 yılları arasında Paris’teki
Özel Colarossi Akademisi ve Marcel Giomand’un atölyesinde çalışmıştır. Bu
eğitim sürecinde sanatçı, Ecole du Louvre’daki sanat tarihi eğitimi ve
Sorbonne’daki estetik kurslarına katılır .
Müridoğlu; 1932 yılında yurda döner.
Sanatçı; o dönemin eğitim modeli gereği Samsun’da öğretmenliğe başlar. Daha
sonra İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde heykeltıraşlık görevini yürütür. 1939’a
kadar bu görevde kalan sanatçı aynı yıl
içerisinde Gazi Eğitim Enstitüsü’nde eğitmenliğe başlar. Bir yıl orada görev
yaptıktan sonra da 1940 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’ne
atanır. Orada Dekoratif Sanatlar Bölümü’nde Marie Louis Sue’nin yanında modelaj
eğitimini verir. Bu eğitmenlik sürecinden sonra sanatçı 1950 yılında A.Hadi
Bara ile birlikte Heykel Bölümü atölye öğretmenliği görevini yürütmeye başlar.
Sanatçı; 1955’de heykelde ağaç uygulamaları eğitimi için
akademide “Ağaç Uygulama Atölyesi”ni açar.1969’da ilgili kanun gereğince
“profesör” ünvanını aldı. 1971’de yaş haddinden emekli olmasına rağmen
“emeritüs profesör” olarak Akademideki çalışmalarını uzun yıllar sürdürür. Daha
sonra öğretim üyeliğinden tümüyle uzaklaşarak kendini heykel çalışmalarına
verir (1)
. Sanatçının
yaşadığı dönemde Türk Çağdaş Sanatı da dönüşüm yaşamaktadır. Müridoğlu, bu
dönüşüm sürecinde heykel sanatının ivmesini artıran ve tartışma açan
heykellerle gündeme gelmiştir. Sanatçının heykel yapma sürecini araştırmak
aslında yaşadığı dönemde gelişen heykel üslubu hakkında da yorum yapmamızı
kolaylaştırır.
Sanatçı, İhsan Özsoy’un öğrencisi olmuştur. Bu nedenle ilk
heykellerinde yoğun olarak İhsan Özsoy ve Marcel Gimond’ın etkileri sezilir. Özellikle
öğrencilik yıllarında Müridoğlu, Yunan ve Mısır Sanatı’na bağlanmıştır. Bu
yıllarda aslına benzetme ustalığı ve el becerilerinin sınandığı işleri yoğunluk
kazanır. Sanatçı; bu süreçte akıl ile el becerisinin uyumunu önemser ve modelini
ayrıntılardan arındırır. Bu dönem heykellerinde yoğun olarak beden ve form
sorunlarına yönelir. Müridoğlu, vücudun farklı duruşlarla elde ettiği farklı
form yapısını kurgular ve bunu farklı malzemelerle dener. Sanatçının üslubunda
bu süreç 1947 tarihine kadar devam eder. Sanatçı; Paris’te yaşadığı süreçte
Marcel Gimond’un atölyesinde çalışmıştır. Dolayısı ile bu dönem eserlerinde
Gimond’un etkisi sezilir. Sanatçının ilk Paris döneminden
sonra ürettiği heykelleri Ar Dergisi’nde yorumlanmıştır:
“ …heykeltıraş Zühtü, genç neslin en kudretli unsurlarından
biridir. Zühtü şimdiye kadar monümantal heykele girişmedi. Ona bu imkanı
vermeyen tesadüfe müteessif olurken, genç heykeltıraşın bize şimdiye kadar
gösterdiği birçok etüdünü ve bilhassa büstlerini ve portrelerini zikredelim. Zühtü,
form mükemmeliyetini realize edebilen, her eserinde tam bir şekil ve ahenk
olgunluğuna varan bir sanatkarımızdır. Paris’te Marcel Giomand’un atölyesinde
çalışmış olan Zühtü, heykeltıraşlığın ezeli kanunlarını bir araya toplayan
eserleri,Türk heykeltıraşlığının birinci planda gelen mümessillerinden
biridir…” (3)
Balerinler Serisi'nden |
ahşap konstrüksiyon |
Sanatçı; 1947 yılında ikinci kez Paris’e gitmiştir. 1949
yılına kadar kaldığı Paris’te çağdaş heykel dinamiklerini incelemiş ve
üslubunda yeni bir sürecin başlamasını sağlamıştır. Sanatçının bu dönem
heykellerinde soyut-somut tartışması ve malzeme duyarlılığı izlenir. Onun soyut
formları heykel sanatında her zaman farklı malzemeler üzerinde değerlendirir.
Sanatçı, ağaç dallarını, bakırı, taşı heykellerinde kullanmaya başlar.
Müridoğlu’nun bu dönüşüm sürecindeki deneysel tavrı da heykelindeki çok
çeşitliliğe neden olmuştur. Sanatçı, ağaç dallarını ayıklar ve üzerlerine cila
sürerek ya da bakırla kaplayarak ışık unsurlarını ağaç formlar üzerinde kullanır.
Bu deneysel süreç onun uzun süre ağaç malzeme kullanmasına neden olacaktır. Ağaç
malzeme ile “Mahalleler”, “Kibeleler”, “Mezartaşları” gibi seriler de
hazırlamıştır. Öyle ki sanatçı Akademi’de 1955 yılında ağaç uygulama atölyesini
kurmuştur. 1971’de emekli olana kadar bu atölyede eğitim vermiştir. Sanatçı,
emeklilik sonrası tasarladığı heykellerinde tekrar figüre bağımlı ve küçük
boyutlu heykelleri tercih etmiştir. Bu dönemde Giacometti etkili kurguladığı
“Balerinler “dizisi sanatçının son dönem üslup değişimini izlememize neden
olur. İncelip uzayan formlar belli bir hareket ve ifade kaygısı ile
şekillenmişlerdir.
Zühtü Müridoğlu'nun tek ya da ikili-üçlü figür grupları
halinde tasarımlanan bronz heykelleri, ince uzun formlarıyla Alberto
Giacometti'nin eserlerini anımsatıyor. Şair Cemal Süreyya ikisi arasındaki
farkı şöyle yorumlamış: "Giacometti yerçekimi tutkunu bir sanatçı; Zühtü
Müridoğlu'nda ise bütünüyle bir gökçekimi söz konusu. Avucunu üstüne koyduğu
anda, malzeme çılgınca bir hareket, bir uçma sürecine girer. Kuğu nedir? Uzaya
bulaşmış kaz... Zühtü Müridoğlu'nun heykellerinden sonra, her kazın, kuğu olma
hakkı doğdu..." (4)
Sanatçının statik olarak değerlendirilebilecek
heykellerinde kullandığı çok çeşitli malzeme duyarlılığı klasik formların
malzeme yardımı ile nasıl dönüştüğüne kanıt gösterilebilir. Sanatçının oluşturduğu
biçim ve düzenlemede duygu yerini akıla bırakmıştır. Artık heykelde bir malzeme
öne çıkmaya başlamış, form dönüşmeye başlamıştır. Heykelde non-figüratif form
öne çıkmaya başlamıştır. Müridoğlu; bu süreçte heykellerinde ışığı da ihmal
etmemiştir. Sanatçı; ışığın farklı malzemeler üzerinde oluşturduğu etkiyi
araştırarak hareketi aramıştır. Sanatçı özellikle perdahlanmış yüzeylerden
kaçınarak yüzeyde oluşturduğu ışık etkilerini yakalamaya çalışır. Bu etki
sanatçı için bir dışavurumun göstergesidir. Sanatçı geride yetmiş sekiz
tane eskiz ve çizim defteri bırakmıştır.
Bu defterler sanatçının tasarlama sürecinde yaşadığı deneyimleri görmemizi
sağlar. Oldukça sabırla uyguladığı etütler, desenler Müridoğlu’nun oluşturduğu
heykele uzanan yolu bize gösterir.
Sanatçı anıt heykel yapımına da
katkı sağlamıştır. Müridoğlu, Anıtkabir’deki bazı kabartmaları ve Beşiktaş’taki
Barboros Anıtı’nı gerçekleştirir. Hâdi Bara ile ortaklaşa gerçekleştirdiği anıt
çalışmaları; Barbaros Anıtı (1939-1944), Zonguldak Atatürk Anıtı (1941-1946),
Anıtkabir kabartmalarından Dumlupınar (1951-1953), Muş’taki Atatürk Anıtı
(1963-1965) ve Büyükada’daki Atatürk Anıtı (1964-1965) dır. Akıl ile dönüşen
ölçü, malzeme ile bütünlenmiş ve Türk Heykel Sanatı’nda yeniliği takip eden ve
ileriyi gören bir sanatçı kuşağı yetişmeye başlamıştır.
Zühtü Müridoğlu, yaşadığı döneme hem sanatsal üslubu hem de
düşünsel gücü ile yön vermiştir. Uzun süren akademi eğitmenliği süresince
sanatçı gruplarında, kolektif düşünsel tartışmalarda heykeltıraş olarak yer alan
nadir sanatçılardandır. Sanatçı; özellikle D Grubu içerisinde var olan tek
heykeltıraş olarak da dikkat çeker. 1933 yılı Temmuz ayında dikkat çeken bir
sergi ile var olan grup üyeleri Türk sanatının modern ve dinamik olma sürecini
başlatmışlardır. Müridoğlu; grubun ilk ortaya çıktığı dönemlerde Zeki Faik
İzer, Nurullah Berk, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ile birlik olmuş ve tek
heykeltıraş olarak yenilikçi hareketin içerisinde yer almıştır.
“D Grubu”nda yer alan sanatçıların ortak özelliği sanatı tartışan
ve kendi sanatını da anlatan bir sanatçı portföyüne sahip olmasıdır. Müridoğlu
da sanatına yansıttığı dinamik, yenilikçi üslubunu dönemin önemli sanat
tartışmalarının yapıldığı Ar Dergisi’nde yaşayan sanattan ilham alarak
anlatmıştır. Aynı zamanda adı geçen dergide sanatçı dönemin yaşayan sanatı
üzerine de eleştiri metinleri yayınlamıştır.
Nusret Suman ile devam edecek olan süreç artık farklı bir
enerjiye sahiptir. Türkiye’de heykel sanatı her şartta ilerlemeye ve değişmeye
devam edecektir…
Notlar:
(1)
Tansuğ, Sezer (1996),
Çağdaş Türk Sanatı, İstanbul, syf: 388.
(2)
Gezer, Hüseyin (1983),
Cumhuriyet Dönemi Türk Heykeli, İstanbul:Türkiye İş Bankası Yayınları, s.109
(3)
Ar Dergisi (imzasız),
Nisan 1937, s.4.
(4)
Özsezgin, Kaya (
2006), Resim, Heykel, Bütün Bir Yaşam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder