Sayfalar

24 Aralık 2012 Pazartesi

KAPİTAL MEKAN


KAPİTAL MEKAN
EBRU NALAN SÜLÜN

Türkiye’de tartışmaya devam ettiğimiz sanat galerilerinin tarihi, süreci, kabuk değiştirme halleri, tercihleri daha uzun yıllar bir sorun olarak tartışılmaya devam edecek. Gelişen sermaye akışının hızını arttırması, birçok zenginin bu yolla daha zengin olması ve sanatın kar bedelinin hızla artması gibi nedenlerle sanat ile ilgilenmek, sanattan anlamaya çalışmak son yıllarda oldukça trendy (!) bir durum olarak değerlendirilebilir.Bu durum sanat ve sanatçı adına iyi midir, kötü müdür? Elbette ki sanatın daha fazla insana ulaşır olması, sanat ortamında daha fazla sanatçıya şans tanınması, sanatın icra alanlarının çoğalması gibi çok tartışılan konular bu durumu olumluyor. Bir diğer taraftan böylesi bir ivme içerisinde, limitleri yükselen sanat galericiliğinin içerisindeki dönüşüm, farklı kulvarların oluşumunu hazırlamaya, oluşturmaya devam ediyor. Artık bir takım galeriler sanatın daha çok meta değerini hesaba katan, sanata dair taze bilgilenen insanların moda mekanları ve sosyetik ortamları olarak değer kazanıyor. Genellikle koleksiyonerlik ardından doğan müzecilik süreci ise göreceli fikirleri barındıran bir sorun olarak baş köşede yer almakta. Örneğin; müzecilik konusunda Proje 4L - Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi, müze olarak adlandırılıyor fakat oluşum hikayesi ve güne dair izdüşümü dikkate alındığında çağdaş bir müze işlevini yerine getirmekten çok uzak. Galeri olarak da değerlendiremeyeceğiz bu kurum daha çok koleksiyonerin sanat yapıtlarını barındırdığı bir mekan izlenimini veriyor. Ne galeri, ne müze, peki bu mekan ne?Galerilerin ilk ortaya çıktığı 19. yüzyıl ile birlikte sanat, müzayede firmalarının kapalı kapılarından kurtulup sanat izleyicisi ile temas etmeye başlamıştır. Galeriler, sanatın sergilenmesine öncelik vererek, sanat eserlerini müzayede aracılığıyla tacirler arasında el değiştiren bir spekülasyon emtiası olmaktan çıkarmışlardır. Bu eserlerin bir zamanın, bir dehanın işaretleri olarak görülmelerini sağlamışlardır. Böylece müzayede salonlarını terk eden sanat, “antik”, “nadir” birtakım nesnelerle aynı muameleyi görmekten kurtulmuş, galeri mekanında “modern” suretine kavuşmuştur (1). 20. yüzyıldaki ekonomik bunalımlar sanat yapıtının metalaşma sürecini duraklatmıştır. Fakat; zaman içerisinde sanat piyasası müzayedeler üzerinden ilerleyen, “piyasanın, ödeme gücünün iradesine bağlı olduğunu, hiçbir alıcı ile satıcının ayrıcalığı olmadığını” (2) savunan neo-liberal söylemin örgütlenmesiyle at başı sürdürülen stratejik bir savaş meydanına dönüşmüştür. Böylesi bir savaş meydanında oluşan alış-veriş ortamına eşzamanlı olarak sanat eserine karşı yürütülen satış kampanyalarının arttığı, bunun için alternatif mekanların açıldığı yeni bir mecra oluşmuştur. Sanat, yaşadığımız yüzyılda hiç olmadığı kadar kapital bir öğe halini almıştır. Kapitalin olduğu yerde ise artık bir marka değerinden de söz edilmekte. Özellikle Christie’s ve Sotheby’s markalaşma modasına referans verilebilir. Böylesi bir sanat ortamında galeriler sözkonusu olduğunda; marka galerilerin genellikle sanat izleyicisi ile kenetlenme, onlar için toplumsal dinamikler oluşturma gibi çabaları yoktur. Marka tutkunu galeriler, açılışlarına genellikle sanattan anlamayan, sanatla görünür olmaktan hoşlanan ünlü simaları çağırırlar. Sıradan biri ise değil açılış, sergi süresince de bu mekanlara girmeye cesaret edemez. 


Bu tür galerilere sanat severler (!) ve sanatçılar tamamen bir pazarlama taktiği ile seçilirler. Sanatçı ise, izleyenlere böylesi sanat ortamında süslü tabaklarda sunulur ve tüm bu ritüellerin sonucunda ortaya çıkan pazar payıyla sanatçı, yapıt el değiştirir. Büyük reklamlarla pazarladığı sanatçı sayesinde hem sanatçının hem galerinin prestiji ve maddi değeri hızla artmaya devam eder. Bu önemli bir güç birliğidir. Bu birlikten genellikle iki taraf da memnun ayrılır. Artık sınırlar yok olmuş, trendy galerilerle çalışmaya başlayan sanatçılara dünya portföyünün kapıları aralanmıştır. Artık ipler bu noktadan sonra trendy galeri sahibinin elindedir.İstanbul’da var olan sanat piyasasına daha da yakınlaşıp bakarsak artık sanat ortamını top yekün değerlendirmenin imkansız hale geldiği çok açıktır. Kent alanını farklı parsellere ayırarak bu parselleri edindikleri misyonlarla yorumlamaya çalışalım.  Öncelikle, Beyoğlu sanatsal açıdan tarihsel geçmişi ile önemli ayrıcalıkları barındırmıştır. Bölgenin tarihi katmanlarına inildiğinde yirminci yüzyılın başlarında ilk resim satışlarının Beyoğlu dükkanlarında yapıldığı bilinir. Ayrıca yine Galatasaray Lisesi de o yıllarda en önemli sergi mekanlarından biridir. Tarihi katmanlardan gelen merkez olma hali Beyoğlu’nun geleneksel duruşunu her türlü dönüşüme rağmen sabit tutmaya devam ediyor. Özellikle İKSV’nin açılması ve İstanbul Bienali’nin başlaması ile kabuk değiştiren sanat ortamı özellikle Pera etrafında genişleyerek sanatın kurumsal merkezlerinin bütünleştiği bir sanat vadisi gibidir. Bu vadide neler yoktur ki! Özellikle örgütlenmiş, özel kuruluşların oluşturduğu platformlar, Beyoğlu çevresinde yapılanan kurumlar, galeriler, sanatçı atölyeleri sanatın metamorfoz sürecinde önemli belirleyiciler olmuşlardır. Bölgede yer alan Pera Müzesi, Arter ve Salt kurumsal duruşları ile bölgenin sanatsal hareketliliğini artıran mekanlardır.Devlet, özelleşen ve şirketleşen sanat kurumları sayesinde sanata olan desteğini neredeyse sona erdirmiştir. Sanatı yönlendiren odaklar artık özellikle büyük holdingler ve bankalar tarafından açılan sanat merkezleridir. Belirleyici rolleri saptayan, tüm kozları elinde tutan güç ise paranın sahibinin elindedir. Maddi ve stratejik gücün karşısındaki sanatçı ise;  konformist tavır içerisinde rol kesen bir oyuncu gibidir.1990’lı yılların sanatını inceleyen ve savunan Johanna Drucker’a göre yeni dönem, postmodernizmin aşıldığı ve özerklikten, muhalefetten veya radikal itirazlardan uzaklaşarak, onaylama ve işbirliğine dayalı tavırlara dönüldüğü zamanlardır (3). Elbette ki Beyoğlu’nda yer alan galerilerin genel portföyünü sınıflandırmak mümkün. Fakat, bu yazıdaki amacım bu olmadığı için böyle bir tespite hiç yönelmeyeceğim. Bu noktada genel bir bakış açısı ile incelendiğinde kentin sanatsal dokusu içerisinde son beş senedir oldukça dinamik platformların oluşturulduğu, genç galeri sahiplerinin konumlandığı Tophane’ye de değinmek gerekmekte. Özellikle, Tophane Art Walk ile dinamizmi daha da artan bölgede Art Walk kapsamındaki Galeri Apel, Edisyon, Pg Art Gallery, Daire, Pi Artworks, Elipsis Gallery, Rodeo, Gallery Marquise, artSümer, Galeri Manâ, Hayaka Artı ve İstanbul’74’ün isimlerini saymak mümkün. Bu mekanların çoğu genç galeri sahiplerine ait. Bu nedenle bu bölge genç ve yeni sanatçıların uğrak yeri olmaya devam ediyor. Bu galerilerin önemi özellikle genç sanatçılara şans tanıyor olmaları ve bölge dinamizmi adına egosuz birlik olabilmelerinde gizli. Chin-tao Wu, 1980 sonrasında şirketlerin sanata müdahalesini incelediği kapsamlı çalışmasında, koleksiyonerlerin genç sanatçılara gösterdikleri ilgiye şöyle değinir: “Genç sanatçılara öncelik tanımak yalnızca toplumsal bir özveri meselesi değil, bir pragmatizm meselesi. ... şirketler, genç sanatçıların eserlerini satın alarak ‘yurttaşlık gururunu sergilerken aynı zamanda makul fiyatlarla kaliteli sanat eseri sahibi olmayı’ hedefleyebilirler; bir yandan da koleksiyonlarındaki sanatçıların, yarının Van Goghları ya da Picassoları olmasını beklerler” (4).Son zamanlarda en çok konuşulan ve sanat piyasasının sınırlarını genişleten yeni sanat alanı: Akaretler. Bu bölge şu anda İstanbul’un yeni sanat merkezi olarak tanıtılıyor. Sıraevler’de yer alan bu galerilerin bu tanıtım ifadesi aslında hiç de haksız değil. Planlanan her şey gerektiği gibi uygulandı ve Galerist’in başlattığı üst kademe galericilik anlayışı sayesinde yeni fikirler oluştu, eyleme geçirildi. Galerist ile daha da modalaşan gösterişli, trendy(!) sergi açılışları, standartüstü kalabalıklar ve sanattan ziyade moda olsun diye sergi gezen sosyetik toplulukların var olduğu mekanlar Akaretler’de açılan yurtdışı bağlantılı galeriler ile daha da farklı noktalara gelme yolunda ilerliyor. Bu bölgeye dair en önemli gelişme 2010 yılının Aralık ayında Paul Kasmin Gallery’nin New York dışındaki şubesini Akaretler’e açması idi. Paul Kasmin Gallery, mekanını David LaChaphelle ile açtı. Açılış sonrası Paul Kasmin verdiği demeçlerde; İstanbul’un gelecek vaad eden sanatsal hareketliliği nedeni ile seçildiğini belirtmiş. Bu sergide bir işadamı olan Serdar Bilgili’ nin öncülüğünde emlak devi, koleksiyoner Michael Shvo’nun desteğinin varlığı, bölgedeki sanatın piyasa değeri hakkında referans vermeye yetiyor. Serdar Bilgili’nin bu bölgeye dair uyguladığı sanat projesi öncesinde şimdi galeri olan mekanların yerinde dünyanın en ünlü lüks mağazalarının şubeleri vardı. Jimmy Choo, Venetta, Etro, Corneliani gibi lüks mağazalar beklenen ilgiyi görmediği için kapanmışlardı. Bunun üzerine burada alışveriş merkezi oluşturma fikri doğmuş. Fakat, daha sonra Bilgili, burada SANAT’ın gücünden faydalanmayı düşünmüş. 

Davıs Lachapelle

Yeni Akaretler

Sanatın ve paranın (!) gücü her zaman olduğu gibi bu süreçte de galip geldi.Paul Kasmin açısında ise; sanata dair söylenenler güne dair açık kanıtlar sunuyor: “Sanat emlak gibi, gayrimenkul gibi” bir yatırım aracıdır; hem de kendine has avantajları olan bir yatırım aracıdır. Sanata yatırım yapmak, sanat eserlerinin her daim satılabilmesi ve eser alım-satımındaki riskin düşüklüğü nedeniyle avantajlıdır. Belki büyük bir kâr elde etmezsiniz ama borsada hisse satarken de para kaybedebilirsiniz”(5). 

Akaretler’de; bölgenin oluşturduğu üst düzey elitist çizgiyi kırarak sanatsal çehreyi ön plana çıkaracak isim Beral Madra. Madra; içerikli ve anti-konformist sergileri ile tanıdığımız, Türkiye’de yakın dönem sanat tarihinde adı her zaman anılacak önemli bir isim. Mart 2012’de bu bölgede “Kesintisiz Avangard” başlıklı koleksiyon sergisi ile açılışı gerçekleşen Kuad Galeri; Beral Madra, Ayşe Gültekin, Erol Sağmanlı ve Alpagut Gültekin’in ortak girişimi.Galericiliğin değişen portföyü bölgesel duyarlılıklar ile şekillenerek çeşitlenmeye devam ediyor. Bu devam eden hareketlilik içerisinde ise artık galericiliğin anlamı, içeriği ve duruşu da evrim geçiriyor. Bakalım bu evrimleşmenin boyutu nerelere varacak…

KAYNAKÇA
(1) Ali Artun (2011), Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi, İstanbul, İletişim Yayınları: Sanat- Hayat Dizisi.
 (2)Velthuis (2007), Talking Prices: Symbolic Meanings of Prices on the Market for Contemporary Art, Princeton ve Oxford: Princeton University Press.
(3) Johanna Drucker (2005), Sweet Drams-Contemporary Art and Complicity, Chicago: The University of Chicago Press.
(4) Chin-tao Wu, (2005), Kültürün Özelleştirilmesi: 1980'ler Sonrasında Şirketlerin Sanata Müdahalesi, İstanbul, İletişim Yayınları: Sanat – Hayat Dizisi.
(5) http://cityfile.com/profiles/michael-shvo (Erişim Tarihi: Mayıs 2011).

* Bu yazı GENÇ SANAT 205- Mayıs 2012  tarihinde yayınlanmıştır.

16 Aralık 2012 Pazar


SALT GALATA’DA MODERN KARŞILAŞMALAR

                                                                                                          Ebru Nalan Sülün

Hollanda-Türkiye diplomatik ilişkilerinin 400. yılı nedeniyle Ocak 2012’den bu yana SALT ve VanAbbemuseum iş birliğinde gerçekleştirilen İstanbul Eindhoven-SALTVanAbbe projesinin son sergisi Zeynep Yasa Yaman’ın küratörlüğünde SALT Galata’da açıldı. İstanbul Eindhoven- SALTVanAbbe: Modern Zamanlar,Van Abbemuseum koleksiyonunda bulunan 20. yüzyıl başından 1960’lara dek üretilmiş eserler ile Türkiye’den aynı dönemde üretilmiş eserleri bir araya getiriyor. Dünya sanatına yön veren isimler ile yan yana konumlandırılan Türk sanatçıların eserleri arasında kurulan köprüler ve bu yolla izleyeni analize sürükleyen yaklaşımlar serginin ana eksenini oluşturmakta.


Jean Brusselmans


 Pierre Alechinsky,Hakkı Anlı,Avni Arbaş,Yüksel Arslan,Ferruh Başağa,Jean Bazaine, Nurullah Berk,Roger Bissière,Georges Braque,Marcel Broodthaers,Jean Brusselmans,Cihat Burak,Corneille,Adnan Çoker,Robert Delaunay,Nejad Melih Devrim,Abidin Dino,Victor Dolphijn,Raoul Dufy,Edgar Fernhout,Leo Gestel,Juan Gris, Hans Hartung, Zeki Faik İzer, İlhan Koman, Herman Kruyder, Ger Lataster, Fernand Léger, El Lissitzky, André Marchand, Fikret Mualla, Mübin Orhon, Pieter Ouborg, Pablo Picasso, Serge Poliakoff, Selim Turan, Theo van Doesburg, Geer van Velde, Hendrik Nicolaas Werkman, Theo Wolvecamp, Andrzej Wróblewski, Ossip Zadkine ve Fahrelnissa Zeid’in eserleri ile şekillenen sergi,kurgusal altyapısı ve çok boyutluluğu ile Türkiye sergi tarihinde önemli bir yere konumlandırılacak yapısallığa sahip.
Yüksel Arslan
Victor Dolphijn
Modern Zamanlar; yirminci yüzyılın getirdiği sosyal değişimler ve kırılmaları 1960’lara kadar olan dönem içerisinde analiz ediyor.20.yüzyılın başlarında başlayan savaş ortamı,iç buhranlar önemli yer ve kabuk değişimlerine sebep olmuştu.1945 sonrasında dünya ağır bir yıkımla karşı karşıya idi.Bu yıllarda dünyanın denge merkezi değişmiş ve yeni gerginlikler görünür olmuştu.Aynı paralellikte Türkiye tarihi de izlendiğinde 1923 sonrası dönemde Cumhuriyet’in kuruluşu hızla ülkenin modernleşmesini,fikirlerin,sosyal kodların temelden yeni bir ideal ile başkalaşmasını sağlamıştı.Sergi tüm bu sosyal dönüşümleri, kullanılan farklı anlatım dili ve göstergeler aracılığı ile belgeselleştiriyor.Yasa Yaman, moderni sadece sanatın avangart değişimleri yada üsluplaşmaları ile değil farklı coğrafyaların sosyo-kültürel ve siyasi yaptırımları yada dönüşümleri ile merkeze alıyor.Bu merkeze alım sürecinde siyasi süreçte eskinin yıkımı ve yeni düzen inşa etme önerileri ile sanatta modern algısının birleşimi çok boyutlu bir anlatım dili ile sunuluyor.Sergide ülkelerin değişen siyasi ve sosyo-kültürel dengeleri ve bu dengelerle simultan ilerleyen sanatın modernleşme sürecinin dayattığı estetik kurallar,çelişkiler,yerellikler sorunsallaştırılıyor.Farklı modernlikler,çelişkiler ve benzerlikler…Sergide resim,heykel çalışmalarına ek olarak arşiv dergilerin sunumu ve ülkedeki yeniden inşayı referanslayan dergi içeriklerinden seçilen makaleler de içeriğe önemli referanslar veriyor.Ayrıca mekanda kullanılan iki video da taşıdıkları belgesel değerler ile dikkat çekiyor.Karşılıklı ekranlarda gösterilen Sergey Yutkeviç yönetmenliğinde çekilen“Türkiye’nin Kalbi Ankara”(1934)filmi ile Aydın Arakon yönetmenliğindeki “İstanbul’un Fethi”(1951) filmlerinin mekanda karşılıklı konumlandırılmaları da iki film arasındaki temasal kırılganlıkları belirginleştirmiş. Ayrıca; “Türkiye’nin Kalbi Ankara” (1934) filmine ait sesin enstalasyon olarak mekana yayılan boyutsallığı sanat yapıtlarını da kaplayan bir içselliğe sahip.

 Fernand Léger
 24 Kasım 2012 tarihinde Salt Galata’da; Semra Germaner,Ahu Antmen,Vasıf Kortun,Ali Cengizkan,Güven Arif Sargın ve sergi küratörü Zeynep Yasa Yaman’ın katılımı ile gerçekleştirilen “1930-1950 ve 1950-1970’lerde Türkiye’nin Modernleşmesi” başlıklı konferans ve panelden oluşan etkinlik, sergi içeriğini tartışmaya açan bir yapısallığa sahip idi.
Modern olma halinin sanatsal-siyasi karşılaştırmalarını ve gerçekliklerini önemli arşiv kanıtları ile sunarak belgeselleştiren İstanbul Eindhoven- SALTVanAbbe: Modern Zamanlar 30 Aralık 2012 tarihine dek Salt Galata’da izlenebilir.


* Bu yazı 17.12.2012 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmıştır.