KAPİTAL MEKAN
EBRU
NALAN SÜLÜN
Türkiye’de tartışmaya
devam ettiğimiz sanat galerilerinin tarihi, süreci, kabuk değiştirme halleri,
tercihleri daha uzun yıllar bir sorun olarak tartışılmaya devam edecek. Gelişen
sermaye akışının hızını arttırması, birçok zenginin bu yolla daha zengin olması
ve sanatın kar bedelinin hızla artması gibi nedenlerle sanat ile ilgilenmek,
sanattan anlamaya çalışmak son yıllarda oldukça trendy (!) bir durum olarak
değerlendirilebilir.Bu durum sanat ve sanatçı adına iyi
midir, kötü müdür? Elbette ki sanatın daha fazla insana ulaşır olması, sanat
ortamında daha fazla sanatçıya şans tanınması, sanatın icra alanlarının çoğalması
gibi çok tartışılan konular bu durumu olumluyor. Bir diğer taraftan böylesi bir
ivme içerisinde, limitleri yükselen sanat galericiliğinin içerisindeki dönüşüm,
farklı kulvarların oluşumunu hazırlamaya, oluşturmaya devam ediyor. Artık bir
takım galeriler sanatın daha çok meta değerini hesaba katan, sanata dair taze
bilgilenen insanların moda mekanları ve sosyetik ortamları olarak değer
kazanıyor. Genellikle koleksiyonerlik ardından doğan müzecilik süreci ise göreceli
fikirleri barındıran bir sorun olarak baş köşede yer almakta. Örneğin;
müzecilik konusunda Proje 4L - Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi, müze olarak adlandırılıyor
fakat oluşum hikayesi ve güne dair izdüşümü dikkate alındığında çağdaş bir müze
işlevini yerine getirmekten çok uzak. Galeri olarak da değerlendiremeyeceğiz bu
kurum daha çok koleksiyonerin sanat yapıtlarını barındırdığı bir mekan
izlenimini veriyor. Ne galeri, ne müze, peki bu mekan ne?Galerilerin ilk ortaya çıktığı 19. yüzyıl
ile birlikte sanat, müzayede firmalarının kapalı kapılarından kurtulup sanat
izleyicisi ile temas etmeye başlamıştır. Galeriler, sanatın sergilenmesine öncelik
vererek, sanat eserlerini müzayede aracılığıyla tacirler arasında el değiştiren
bir spekülasyon emtiası olmaktan çıkarmışlardır. Bu eserlerin bir zamanın, bir
dehanın işaretleri olarak görülmelerini sağlamışlardır. Böylece müzayede
salonlarını terk eden sanat, “antik”, “nadir” birtakım nesnelerle aynı muameleyi
görmekten kurtulmuş, galeri mekanında “modern” suretine kavuşmuştur (1). 20. yüzyıldaki
ekonomik bunalımlar sanat yapıtının metalaşma sürecini duraklatmıştır. Fakat; zaman
içerisinde sanat piyasası müzayedeler üzerinden ilerleyen, “piyasanın, ödeme
gücünün iradesine bağlı olduğunu, hiçbir alıcı ile satıcının ayrıcalığı
olmadığını” (2) savunan neo-liberal
söylemin örgütlenmesiyle at başı sürdürülen stratejik bir savaş meydanına
dönüşmüştür. Böylesi bir savaş meydanında oluşan alış-veriş ortamına eşzamanlı olarak
sanat eserine karşı yürütülen satış kampanyalarının arttığı, bunun için
alternatif mekanların açıldığı yeni bir mecra oluşmuştur. Sanat, yaşadığımız
yüzyılda hiç olmadığı kadar kapital bir öğe halini almıştır. Kapitalin olduğu
yerde ise artık bir marka değerinden de söz edilmekte. Özellikle Christie’s ve
Sotheby’s markalaşma modasına referans verilebilir. Böylesi bir sanat ortamında
galeriler sözkonusu olduğunda; marka galerilerin genellikle sanat izleyicisi
ile kenetlenme, onlar için toplumsal dinamikler oluşturma gibi çabaları yoktur.
Marka tutkunu galeriler, açılışlarına genellikle sanattan anlamayan, sanatla
görünür olmaktan hoşlanan ünlü simaları çağırırlar. Sıradan biri ise değil
açılış, sergi süresince de bu mekanlara girmeye cesaret edemez.
Bu tür
galerilere sanat severler (!) ve sanatçılar tamamen bir pazarlama taktiği ile
seçilirler. Sanatçı ise, izleyenlere böylesi sanat ortamında süslü tabaklarda
sunulur ve tüm bu ritüellerin sonucunda ortaya çıkan pazar payıyla sanatçı, yapıt
el değiştirir. Büyük reklamlarla pazarladığı sanatçı sayesinde hem sanatçının
hem galerinin prestiji ve maddi değeri hızla artmaya devam eder. Bu önemli bir
güç birliğidir. Bu birlikten genellikle iki taraf da memnun ayrılır. Artık
sınırlar yok olmuş, trendy galerilerle çalışmaya başlayan sanatçılara dünya
portföyünün kapıları aralanmıştır. Artık ipler bu noktadan sonra trendy galeri
sahibinin elindedir.İstanbul’da var olan sanat piyasasına
daha da yakınlaşıp bakarsak artık sanat ortamını top yekün değerlendirmenin
imkansız hale geldiği çok açıktır. Kent alanını farklı parsellere ayırarak bu
parselleri edindikleri misyonlarla yorumlamaya çalışalım. Öncelikle, Beyoğlu sanatsal açıdan tarihsel
geçmişi ile önemli ayrıcalıkları barındırmıştır. Bölgenin tarihi katmanlarına
inildiğinde yirminci yüzyılın başlarında ilk resim satışlarının Beyoğlu
dükkanlarında yapıldığı bilinir. Ayrıca yine Galatasaray Lisesi de o yıllarda
en önemli sergi mekanlarından biridir. Tarihi katmanlardan gelen merkez olma
hali Beyoğlu’nun geleneksel duruşunu her türlü dönüşüme rağmen sabit tutmaya
devam ediyor. Özellikle İKSV’nin açılması ve İstanbul Bienali’nin başlaması ile
kabuk değiştiren sanat ortamı özellikle Pera etrafında genişleyerek sanatın
kurumsal merkezlerinin bütünleştiği bir sanat vadisi gibidir. Bu vadide neler
yoktur ki! Özellikle örgütlenmiş, özel kuruluşların oluşturduğu platformlar, Beyoğlu
çevresinde yapılanan kurumlar, galeriler, sanatçı atölyeleri sanatın metamorfoz
sürecinde önemli belirleyiciler olmuşlardır. Bölgede yer alan Pera Müzesi,
Arter ve Salt kurumsal duruşları ile bölgenin sanatsal hareketliliğini artıran
mekanlardır.Devlet, özelleşen
ve şirketleşen sanat kurumları sayesinde sanata olan desteğini neredeyse sona
erdirmiştir. Sanatı yönlendiren odaklar artık özellikle büyük holdingler ve
bankalar tarafından açılan sanat merkezleridir. Belirleyici rolleri saptayan,
tüm kozları elinde tutan güç ise paranın sahibinin elindedir. Maddi ve
stratejik gücün karşısındaki sanatçı ise; konformist tavır içerisinde rol kesen bir
oyuncu gibidir.1990’lı yılların sanatını inceleyen
ve savunan Johanna Drucker’a göre yeni dönem, postmodernizmin aşıldığı ve
özerklikten, muhalefetten veya radikal itirazlardan uzaklaşarak, onaylama ve
işbirliğine dayalı tavırlara dönüldüğü zamanlardır (3). Elbette ki Beyoğlu’nda yer alan galerilerin genel portföyünü
sınıflandırmak mümkün. Fakat, bu yazıdaki amacım bu olmadığı için böyle bir
tespite hiç yönelmeyeceğim. Bu noktada genel bir bakış açısı ile incelendiğinde
kentin sanatsal dokusu içerisinde son beş senedir oldukça dinamik platformların
oluşturulduğu, genç galeri sahiplerinin konumlandığı Tophane’ye de değinmek
gerekmekte. Özellikle, Tophane Art
Walk ile dinamizmi daha da artan bölgede Art Walk kapsamındaki Galeri
Apel, Edisyon, Pg Art Gallery, Daire, Pi Artworks, Elipsis Gallery, Rodeo,
Gallery Marquise, artSümer, Galeri Manâ, Hayaka Artı ve
İstanbul’74’ün isimlerini saymak mümkün. Bu mekanların çoğu genç galeri
sahiplerine ait. Bu nedenle bu bölge genç ve yeni sanatçıların uğrak yeri
olmaya devam ediyor. Bu galerilerin önemi özellikle genç sanatçılara şans
tanıyor olmaları ve bölge dinamizmi adına egosuz birlik olabilmelerinde gizli. Chin-tao Wu, 1980 sonrasında şirketlerin sanata müdahalesini
incelediği kapsamlı çalışmasında, koleksiyonerlerin genç sanatçılara
gösterdikleri ilgiye şöyle değinir: “Genç sanatçılara öncelik tanımak yalnızca
toplumsal bir özveri meselesi değil, bir pragmatizm meselesi. ... şirketler,
genç sanatçıların eserlerini satın alarak ‘yurttaşlık gururunu sergilerken aynı
zamanda makul fiyatlarla kaliteli sanat eseri sahibi olmayı’ hedefleyebilirler;
bir yandan da koleksiyonlarındaki sanatçıların, yarının Van Goghları ya da
Picassoları olmasını beklerler” (4).Son zamanlarda en çok konuşulan
ve sanat piyasasının sınırlarını genişleten yeni sanat alanı: Akaretler. Bu bölge
şu anda İstanbul’un yeni sanat merkezi olarak tanıtılıyor. Sıraevler’de yer
alan bu galerilerin bu tanıtım ifadesi aslında hiç de haksız değil. Planlanan
her şey gerektiği gibi uygulandı ve Galerist’in başlattığı üst kademe
galericilik anlayışı sayesinde yeni fikirler oluştu, eyleme geçirildi. Galerist
ile daha da modalaşan gösterişli, trendy(!) sergi açılışları, standartüstü
kalabalıklar ve sanattan ziyade moda olsun diye sergi gezen sosyetik
toplulukların var olduğu mekanlar Akaretler’de açılan yurtdışı bağlantılı
galeriler ile daha da farklı noktalara gelme yolunda ilerliyor. Bu bölgeye dair
en önemli gelişme 2010 yılının Aralık ayında Paul Kasmin Gallery’nin New York
dışındaki şubesini Akaretler’e açması idi. Paul Kasmin Gallery, mekanını David
LaChaphelle ile açtı. Açılış sonrası Paul Kasmin verdiği demeçlerde;
İstanbul’un gelecek vaad eden sanatsal hareketliliği nedeni ile seçildiğini
belirtmiş. Bu sergide bir işadamı olan Serdar Bilgili’ nin öncülüğünde emlak
devi, koleksiyoner Michael Shvo’nun desteğinin varlığı, bölgedeki sanatın
piyasa değeri hakkında referans vermeye yetiyor. Serdar Bilgili’nin bu bölgeye
dair uyguladığı sanat projesi öncesinde şimdi galeri olan mekanların yerinde
dünyanın en ünlü lüks mağazalarının şubeleri vardı. Jimmy Choo, Venetta, Etro,
Corneliani gibi lüks mağazalar beklenen ilgiyi görmediği için kapanmışlardı.
Bunun üzerine burada alışveriş merkezi oluşturma fikri doğmuş. Fakat, daha sonra
Bilgili, burada SANAT’ın gücünden faydalanmayı düşünmüş.
Davıs Lachapelle |
Yeni Akaretler |
Sanatın ve paranın (!)
gücü her zaman olduğu gibi bu süreçte de galip geldi.Paul Kasmin açısında ise;
sanata dair söylenenler güne dair açık kanıtlar sunuyor: “Sanat emlak gibi,
gayrimenkul gibi” bir yatırım aracıdır; hem de kendine has avantajları olan bir
yatırım aracıdır. Sanata yatırım yapmak, sanat eserlerinin her daim
satılabilmesi ve eser alım-satımındaki riskin düşüklüğü nedeniyle avantajlıdır.
Belki büyük bir kâr elde etmezsiniz ama borsada hisse satarken de para
kaybedebilirsiniz”(5).
Akaretler’de; bölgenin oluşturduğu üst düzey elitist çizgiyi
kırarak sanatsal çehreyi ön plana çıkaracak isim Beral Madra. Madra; içerikli
ve anti-konformist sergileri ile tanıdığımız, Türkiye’de yakın dönem sanat
tarihinde adı her zaman anılacak önemli bir isim. Mart 2012’de bu bölgede “Kesintisiz
Avangard” başlıklı koleksiyon sergisi ile açılışı gerçekleşen Kuad Galeri;
Beral Madra, Ayşe Gültekin, Erol Sağmanlı ve Alpagut Gültekin’in ortak
girişimi.Galericiliğin değişen portföyü bölgesel duyarlılıklar
ile şekillenerek çeşitlenmeye devam ediyor. Bu devam eden hareketlilik
içerisinde ise artık galericiliğin anlamı, içeriği ve duruşu da evrim
geçiriyor. Bakalım bu evrimleşmenin boyutu nerelere varacak…
KAYNAKÇA
(1) Ali Artun (2011), Çağdaş
Sanatın Örgütlenmesi, İstanbul, İletişim Yayınları: Sanat- Hayat Dizisi.
(2)Velthuis (2007), Talking Prices:
Symbolic Meanings of Prices on the Market for Contemporary Art, Princeton ve
Oxford: Princeton University Press.
(3) Johanna Drucker (2005), Sweet
Drams-Contemporary Art and Complicity, Chicago: The University of Chicago Press.
(4) Chin-tao Wu, (2005), Kültürün Özelleştirilmesi: 1980'ler Sonrasında Şirketlerin Sanata
Müdahalesi, İstanbul, İletişim Yayınları: Sanat – Hayat Dizisi.
(5)
http://cityfile.com/profiles/michael-shvo (Erişim Tarihi: Mayıs 2011).
* Bu yazı GENÇ SANAT 205- Mayıs 2012 tarihinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder