(TÜRK HEYKEL
SANATI DOSYASI)
5- BELLİNG VE TÜRKİYE’DE HEYKEL EĞİTİMİ*
Ebru Nalan SÜLÜN
Türk heykel sanatında Belling
öncesi hareketlenen sanatsal dinamikler dikkat çekici gelişimler göstermiştir.
1932 yılında Zühtü Müridoğlu Türkiye’de ilk kişisel heykel sergisini
gerçekleştirmiştir. Aynı yıl içerisinde Halk evleri’nde genç yeteneklere
yönelik açılan sergiler, 1936 yılında Ankara Halkevi’nde ilk kez açılan “Resim
Heykel Sergisi”, 1937 yılında Resim Heykel Müzesi’nin açılması ve 1939 yılında
“Birinci Devlet Resim Heykel Sergisi” nin açılması ülkedeki heykel sanatının
gelişimine ivme kazandıran etkinlikler olmuştur.
Ülkede bu süreçte
gerçekleştirilen yenilenme hareketlerine paralel olarak sanat eğitiminde de bir
takım yenilenme çabaları gerçekleşmiştir.
1936-1937 öğretim döneminde akademi’de
başlatılan reform hareketinin sonucu olarak heykel bölümünü yönetmek üzere
davet edilen ve 1936’da Türkiye’ye gelen Rudolf Belling İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde modelaj dersleri vermiştir. Daha öğrencilik
yıllarında, akademik tavra karşı kübist araştırmalara yönelen Belling,
1920’lerden başlayarak boşluk, doluluk, hacim ve mekan ilişkilerini
incelemiştir. Boşlukları, doluluklara karşıt değerler olarak kullandığı
yapıtları, modern heykel sanatında önemli olmuş, bu çalışmaları onu yalın,
soyut heykele yöneltmiştir ( Yasa Yaman, 2002:163).
Türkiye’de belli bir kuşağı
yetiştiren Belling’in Almanya’daki sanatsal gelişim çizgisi , Türkiye’ye geliş
öyküsü ve Akademide verdiği eğitim yöntemi de incelenmeye değerdir. Belling
(1886-1972); Berlin’de doğmuş, aynı şehrin Güzel Sanatlar Akademisi’ni
bitirmiştir. 1918 yılında “İnsan”, 1919’da “Üçlü Ses” ve 1920 yılında “Erotik”
isimli heykellerini bitirmiştir. Heykelinde mimari ile ilişki kurmaya çalışmış,
bu amaçlı çalışmalar gerçekleştirmiştir. Hitler Almanya’sında yeni sanatın
“soysuz sanat” olarak değerlendirildiği düşünüldüğünde Belling de ülkesinde
dışlanan ve baskı gören sanatçılardan birisi olmuştur. Bu süreçte sanatçı;
diğer pek çok Alman sanatçı gibi ülkesinden ayrılmak zorunda kalmıştır.
Türkiye’de Akademi’de ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde devam ettiği
eğitmenlik sürecini sanatçı 1966 yılında ülkesine geri dönerek sona erdirmiştir.
Belling’in; geri dönüş süreci sanatçının 1950’li yıllarda Almanya’da değer görmesi ile hızlanmıştır.
Sanatçıya 1955 yılında “Büyük
Alman Nişanı” verilmiştir. Almanya’daki yerinin bu şekilde yaygınlaşması ile
1956’da Berlin Sanat Akademisi’ne seçilmiştir. Almanya’daki ilk soyut heykel
çalışmasını gerçekleştirenlerden birisi olan Belling, aynı zamanda figüratif ve
figüratif sanata eşdeğerliliği uygulayan bir yöntem ve bulgunun da Almanya’daki
ilk temsilcisi sayılmaktadır (Elibal, 1973: 221).
Belling, Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi’nde öğretmenliği sırasında heykelin teknik sorunları
üzerinde yoğunlaşmış ve verdiği eğitimde bu kurallar dahilinde öğrenci
yetiştirmiştir. Sanatçının 1936 yılında Akademi’de verdiği açılış dersinde
sanat ve sanat eğitimi hakkında verdiği öneriler birtakım sanatçı ve
eleştirmenler tarafından önemli bir kaynak olarak değerlendirilmiştir.
Sanatçıya göre heykel, resmin
tersine üç boyutlu ve soyuttur. Plastik ve boşluğu tarifler. Bugünün
sanatçısının en büyük sorunu uzamdır. Olumlu ve olumsuz biçimler, yani plastik
ile uzamın derinlikleri, aralarındaki boşluklar, bu ilişkinin düzenlenmesi ona
göre en önemli olandır. Resim etkili kabartma kuramı yerine kübizmi anlayan
yeni bir yöntemle, amaçlanan yapıtın her yönden etkili olması, heykelin bir
yönden değil, çeşitli yönlerden algılanması olanağı sağlanmıştır. Bu bakımdan
heykel ile yapı sanatı arasında tam bir koşutluk kurulmuştur. Artık mimari,
heykel ve resmi birleştirerek toplu bir sanat yapıtı yaratılmalı, eski geleneğe
kavuşulmalıdır( Yasa Yaman, 2002:163).
rudolf belling-heykel 23-1923 |
rudolf belling-pirinç baş heykeli-1925 |
Belling, doğanın önemi
üzerinde dikkatle dururken diğer taraftan da doğanın kurallarını keşfedip yeni
formüller yaratma yolunu açmıştır. Araştırmacı, keşfedici ve yansıtıcı olan
heykeltıraşlığın yollarını sanatçı ilk dersinde de ifade etmiştir:
“ …Biz tabiatı vücude
getirmek çılgınlığında değiliz; bilakis uzvi olarak neşvünema bulan şekiller
gibi sanat eserleri yapmak istiyoruz. Bir eserin kıymetini bir metre ile değil
iç ölçüleri ile tayin ederiz. Detayların heyeti umumiye olan nisbetleri işte
bizce hallolması lazım gelen problemler bunlardır. Her türlü formalizmi basmakalıpta
kaldığı için, reddediyoruz. Bu noktalar tasavvur edilen tedrisata tatbik
edildiği takdirde, her talebe ile ayrı ayrı ve kendi ferdi kabiliyetlerine göre
esaslı bir surette meşgul olmak şartile vasıl olmak istediğimiz hedefe hiç
şüphe yoktur k, erişilecektir. Ben bu hedefi, genç Türk heykeltıraş neslinin
kendi ülkesi tarafından verilecek büyük vazifeleri yabancı ülkelerden yardım
görmeden müstakil olarak kendi başına başarabilecek vaziyete gelmesinde
görüyorum. Bunun için de teşvik mahiyetinde olmak üzere hükümet tarafından bu
büyük ve şerefli vazifelerin yetişecek talebeye tevdi edileceği temin
edilmelidir. Herhalde mesaimiz ve hüsnü niyetimiz bu ilk ve çok tabii hedefe
vasıl olacaktır...”( Belling,1936:348).
Belling’in yabancı sanatçı
olmasına rağmen Türk sanatçılarına kendi anıtlarını yapmalarını önermesi de
önemlidir. Sanatçı Cumhuriyet idealinin ancak Türk sanatçılar tarafından
duyumsanabileceğini savunarak bu fikrini sıklıkla ifade etmiştir. Bu süreçte de
Türk heykel sanatçılarının heykelin özünü öğrenmelerini istediği için sanatçı
kendi üslubunda da dönüşümler yaşamıştır. Türkiye’nin teknik şartları ve o
yıllarda ülkede yaygın olan ulusalcı anıt heykel çalışmaları ve anlayışının da
Belling’in sanatını dönüştürmesinde etken olduğu söylenebilir. Türkiye öncesinde
kübist ve fütürist tavrı dikkat çekerken sanatçı Türkiye’de bulunduğu yıllarda
figüratif tarzda, denge ve formu önemseyen bir sanatsal tavrı benimsemiştir.
Sanatçı, Türkiye’de bulunduğu yıllarda Ankara
Ziraat Fakültesi bahçesindeki İnönü Heykeli’ni (1940) ve İstanbul Taksim Gezi
Parkı için yapılan ama daha sonra Taksim Anıtı’nı gölgeleyeceği düşünülerek Maçka
Parkı’na konulan İnönü Anıtı’nı (1943-44) yapmıştır. Belling’in 1950’ye dek süren eğitim modeli
Akademide sürdürülmüştür.
1950’li yıllarla birlikte
ülkenin sanat ortamında yaşanan belirgin hareketlenmeler heykel sanatına da
yansımıştır. Akademideki geleneksel eğitime karşı olan sanatçılar artık gelişen
üslupları, malzemeleri takip edebilir, uygulayabilir düzeye ulaşmışlardır.
Ayrıca; aynı yıllarda Belling’in aksine malzeme hakimiyeti ve yenilikçi heykel
gelişimini takip eden ve uygulayan Zühtü Müridoğlu ve Hadi Bara’nın 1950
yılında açmış oldukları heykel atölyeleri o tarihe kadar Belling’in
yönlendirdiği heykel atölyelerine alternatif bir dinamik oluşturmuştur.
Türk heykelinde ve anıt
heykelciliğinde yenilikçi ve dinamik üslupları ile dikkat çeken İlhan Koman, Sadi Çalık, Turgut Pura, Zerrin
Bölükbaşı, Hüseyin Anka Özkan, Yavuz Görey, Hüseyin Gezer gibi pek çok
sanatçıyı yetiştiren Rudolf Belling’in yanında, Zühtü Müridoğlu ve Hadi
Bara’nın yetiştirdiği Kuzgun Acar, Ali Teoman Germaner, Gürdal Duyar, Füsun
Onur, Tamer Başoğlu gibi sanatçıların farklı cephelerden değerlendirdiği heykel
sanatı artık çok daha dinamik ve çok daha cepheli bir gelişim çizgisine sahip
olmuştur.
1950’li yıllarda başlayan bu
dinamizm 1960’lı yıllarla birlikte bireysel çıkışlar ve keşifler ile heykel
sanatında geç gelen yenilik sürecini hızlandıran yeni bir sürecin başlamasına
neden olmuştur…
* Bu yazı Artist modern, Aralık-Ocak 2012 de yayınlanmıştır.
KAYNAKÇA:
YASA YAMAN, Zeynep (2002),
“Cumhuriyet’in İdeolojik Anlatımı Olarak Anıt ve Heykel”, Sanat Dünyamız, Kış
2002, Sayı: 82, syf:155-169.
ELİBAL, Gültekin (1973),
Atatürk ve Resim-Heykel, İstanbul: İş Bankası Yayınları:121.
BELLİNG, Rudolf (1936),
“Heykeltıraşlık”, Arkitekt, 12,syf:348.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder