Elif Çelebi-Ve diğerleri-2011 |
Orhan Cem Çetin, A ve B - Me & Ma, fotoğraf, 2011 |
İnsel İnal-Uzlaşma 2, 2011 |
Ebru Nalan Sülün
Sanatorium’da 4-17 Mayıs 2011 tarihleri arasında izlenen Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki “Re/DeJenerasyon” da; Yeni Anıt, Elif Çelebi, Orhan Cem Çetin, İnsel İnal, Ferhat Özgür, Çağrı Saray ve Rıfat Şahiner yer aldılar. “Re/Dejenerasyon”; öncelikle oluşturduğu kavram zinciri ile dikkatleri çekiyor. Rejenarasyon ve dejenerasyon olma hali, bu halin evrimsel süreci sergideki işlerde döngüsel bir süreç içerisinde değerlendirilmiş. Yapıtların basın metninde de öncelikle bu kavramlara açıklık getiriliyor: “…Rejenerasyon; bir canlıda gerçekleşen doku kaybı sonrasında, aynı cinsten ve aynı değerden hücrelerin çoğalarak eksilen hücrelerin yerini doldurması olarak tanımlanıyor. Elbette bu tanımlama şunu da işaret ediyor. Rejeneratif bir süreç, dejeneratif bir sürecin sonucudur. Tıptan bilgisayar yazılımlarına, kentsel dönüşümden ekolojiye ve bilimden teolojiye çok geniş bir yelpazede ele alınan bu konu dahilinde olay şu şekilde gelişir: Önce yapı, bir bozulma ve yıpranma dönemine girer, fakat tam bu anda içindeki bazı negatif unsurları bünyesinden atmaya başlar. Eğer bu süreç başarılı olursa “yeni” oluşum dejenere dokunun içerisine yerleşir ve dejenerasyon–re-dejenerasyon döngüsü sağlanmış olur”.
Sergide; Ferhat Özgür’ün “Dünyadan Haberler” isimli katılımcı projesi izleyenin sunduğu önermelerle şekillenen, kendi içerisinde evrilen bir konstrüksiyona sahip. Yapıt; bu konstrüksiyon içerisinde interaktif bir dil ile boşlukları doldurmayı izleyene bırakıyor. Bu nedenle yapıtın kurgusu ve içeriğindeki öznellikler sayesinde iş, her an ironi yaratmaya, dönüşmeye müsait bir yapı içerisinde gelişiyor. “Dünyadan Haberler”, sergi izleyeni ile buluştuğu noktada sanatçısı ile kurduğu bağdan uzaklaşıyor. Çünkü; interaktif ve dinamik süreç sergilenen işin de sürecini ve dinamiğini değiştiriyor. Konuşma balonları ne derse, içerik de o yöne kayacak, belki sanatçısının içsel mantığı ile bile çelişecek. Bu çalışmayı özel ve önemli kılan en önemli sebep de budur. Bu anlamda Ferhat Özgür; bildiğimiz daha önceki çalışmaları ile sağladığı tutarlılığının yanında duyuşsal yönü ağır basan, kurgusal mantıkla şekillenen ve organik bir çözeltiyi andıran konstrüksiyon yapıyı kullanıyor. Rıfat Şahiner’in 19.yüzyılın önemli Pointillist ressamlarından Seurat’a gönderme yaparak sunduğu “Yeşilköy’de Bir Pazar Öğleden Sonrası” ; sanat tarihinden referanslar alarak şekillenen bir video çalışması. Sanatçı; video ile eşzamanlı sunduğu metinde Deleuze ve Guattari’ye gönderme yaparak kapitalizm ve yersiz yurtsuzlaşma eylemini sorguluyor. Ayrıca; bu eylemin uğradığı dönüşümler ve metamorfozları Şahiner, “yeni kırsal-kent sosyolojisi” olarak okunma önerisi ile sunuyor. Sanatçı video kurgusunda; köyden kente gelen ötekilerin kentteki var olma şekillerine, kentin kimlik mekanlarındaki duruşlarına, bu süreçte kentteki bireysel olguları ile kendiliklerini yaşamalarına ve bu yolla kent dokusunda sağladıkları toplumsal ironilere gönderme yapıyor. Sergi izleyeni, videonun derinliğine indiğinde kendini bir taraftan da Türk olmanın anlamını sorgularken buluyor. Bu kendini bulma hali içerisinde izleyen diğer taraftan da ruhsal ve toplumsal yer altılarda gezinmeye başlıyor. Bu videoyu sosyolojik bakış açısı ile sağlanmış bir toplumsal taşlama olarak da değerlendirmek mümkündür. Yersiz-yurtsuzlaşma hali ve toplumsal yanılsamalar, toplumsal yerinden edilme halleri de video işinin katmanlaşan sorunsallarının kökenini oluşturuyor. Sergide dikkat çeken işlerden birisi de Yeni Anıt’a ait olan “Offspace Odyssey” isimli video çalışması ile eşzamanlı sunulan “Biat Et!” stencili. Sanatçı, “Biat Et!” çalışmasını stencil sanatçısı Yusuf Aygeç ile bir takım performansı olarak sunuyor. Yeni Anıt, şehirde yükselen Biat kültürüne bir alt kültür mirası olan stencil aracılığı ile bakıyor. Yeni Anıt; kente akan stencili ile ilgili: “"Vav'lar kanca, körfez güneşi ise kara bir güneş olduğunda metafiziğin ütopyası kapitalizmin distopyası na dönüşür." yorumunu yapıyor. Sanatçı; Beyoğlu’ndaki elli noktaya bu stencili damgalayarak reklam imgelerinin bombardımanı ve güç ilişkilerinin erozyonu altındaki kültürü, alt kültüre dönüştürmeyi amaçlıyor. Ve bir galeri mekanında başlayan süreç kentin belli noktalarında çevreyi dönüştürmeye devam ediyor. Böylece sergi izleyeni galeri mekanının dışına referanslanan stensiller sayesinde boyutsal karmaşalar yaşayarak yapıt üzerinde yaşanan bir rol değişimi ve anlam kaymalarına da tanık oluyor. Aslında bir kent sanatı olan “stencil”, sergi izleyeni ile buluşturulduktan sonra ait olduğu yere tekrar teslim ediliyor. Ve sanatçı; bir sokak sanatı olan stencili bir yerel direniş nesnesi olarak kullanarak formu kamusal bir performatik harekete dönüştürüyor. Aynı zamanda bu dönüştürme hali, işin kalıcılığı ve boyutunu değiştiren bir süreci de başlatmış oluyor. Sanatçının sergi sırasında yaptığı “Doppler Etkisi: 2010 Offspace Odyssey” başlıklı konuşması da işin performatik duruşuna destek vermeyi amaçlıyordu.
Orhan Cem Çetin’in “A ve B- Me&Ma” isimli fotoğraf çalışması ise otobiyografik ve kurgusal açmazları ile re-dejenerasyon kavramına içselleştirilmiş bir açı ile bakıyor. Fotoğraf çalışmasının psiko-analitik ve duyuşsal değerleri çözümlenirken kullanılan mekan, araçsallaşan kullanım eşyaları ve sanatçının otobiyografik psiko etkilerini dikkate almak gerekiyor. Çalışmadaki fotografik kurgu, sanatçının kullandığı tezatlıklar üzerinden şekilleniyor. Anne şefkati ile tezatlık oluşturan mimik değerleri, steril, sessiz mekan kurgusu fotoğrafın yapısal mekanizmalarında önemli bir paydayı oluşturuyor. Hollanda enteriyörlerini hatırlatan iç mekan ayrıntıları aslında çok önemli ikonografik unsurları barındırıyor. Fotoğrafta yer alan yaşam alanının ayrıntılı öğelerinin hiçbirinin tesadüflere dayanmadığı besbelli. Burada bir Türk enteriyörü ile karşı karşıyayız. Duvarda asılı eski bir çocukluk fotoğrafı, o fotoğrafın üzerine iliştirilmiş başka bir fotoğraf, yine duvarda hiç boşluk bırakmayacak şekilde yan yana asılmış dini ayetler, bunları çevreleyen yapay ışıklar. Diğer taraftan yine Hollanda enteriyörlerini anımsatan soldan yansıyan doğal ışık kümesi. Bu doğal ışığın varlığı ve bu ışık ile tezatlık oluşturan yapay ışıkların açık olma hali. Orta sehpa geleneği, sehpa üzerindeki TV kumandası, plastik- yapay çiçekler, ihtiyaç anında başvurulacak bir bardak su. Bedensel çözümlemeler ile paralel bir mantık çerçevesi oluşturulan çalışmada anne figürünün hemen yanındaki saat ayrıntısı, dantelli sehpalar, çiçekli halılar aslında iki bedenin, iki figürün otobiyografik geçmişlerini ve ruhi çözümlemelerini tanımlıyor. Sanki tarihsel bir rol değişimi yaşanıyor ve enteriyör mantığı içselleştirilerek başka boyutlara taşınıyor. Orhan Cem Çetin’in “Konuşma, İş Yapıyorum” adlı performans ve konuşması da serginin ve işin kavramsal çehresine boyut katması nedeniyle büyük önem taşıyordu. Serginin mekan ve kavram değerine hicivle karışık bir siyasi çehre katan İnsel İnal’ın “ Uzlaşma2” yerleştirmesi ise; öncelikle form anlayışındaki gerçeklik ve barındırdığı ironik anlam kaymaları ile önemsenmesi gereken işler arasında idi. Sanatçının "Ateş Düştüğü Yeri Yakar" sergisindeki polis kasklarından oluşan çalışmasının devamı niteliğinde olan çalışma; öncelikle barındırdığı malzeme duyarlılığı ile dikkatleri çekiyor. Çalışmada yok olma ve var olma tezatlığı gerçeklik derecesi artırılarak ve semiyolojik bir tutum içerisinde yansıtılmış. Porselen kadar narin ve reel değerleri güçlü beden parçasının elinde tuttuğu patlayıcı madde empatiye dönük bir kurgu içerisinde sunulmuş. Dejeneratif sürecin öncesi ve sonrasına gönderme yapma hali, içerdiği malzeme duyarlılığı ve bu duyarlılık sayesinde ivmesi artan gerçeklik ve öyküsellik, İnal’ın kırılgan, travmatik sorunsalları görünür kılmasına yardımcı oluyor. Özellikle temsil sorununu en önemli cepheye yerleştiren sanatçı; sessiz bir ekspresyonun oluşmasını sağlayarak bürokrasi okumalarını hatırlatmayı da ihmal etmemiş. Tıpkı sessiz ve derinden ilerleyen bürokratik kanunlar gibi İnal’ın enstalasyonu da olabildiğince sessiz bir gürültü barındırıyor. Elif Çelebi’nin “ Ve diğerleri” çalışmasında kullandığı organik objeler ve içerdiği ironiler ise; hem toplumsal travmaları hem de organik hayata göndermeleri çağrıştırıyor. Re-dejeneratif sürece reorganik süreçlerle referanslar sunan Çelebi; kullandığı organik malzemeler sayesinde işinin sürekliliğini ve zaman katmanlarını da kendi insiyatifi dışında bırakıyor. Organik malzemelerin büyümesi ya da çürümesi tamamen rastlantısallıklar etrafında geziniyor. Bu durumda sanatçı, üretilen yapıtın dayanıklılık sürecini tamamen çevreye ve doğasal kurallara teslim ediyor. Kullanılan organik malzemeler sayesinde sağlanan duyarlılıklar ve tezatlıklar Çelebi’nin işindeki en önemli katmanı oluşturuyor. Sanatçı; toplumsal travma haline gelen GDO, beslenme stratejileri yoluyla sağlanan kitlesel kıyımlar, toplumsal ivme kayıpları ve kaymalarını hatırlatan enstalasyonunda re-dejenaratif süreci organik/re-organik tanımlamalarla yansıtmayı denemiş. Sergide önemsenmesi gereken çok katmanlılık sanatçıların işlerinin genelinde izleniyor. Bu durum re-dejeneratif sürecin sanatçılar tarafından çok cepheli algılandığını da gösteriyor. Çağrı Saray’ın “Ambivalans Nesneleri Acil Durum İçin Kan” yerleştirmesinde sanatçı maltofer ve şarap dolu kan tüplerini kullanıyor. “Ambivalans” , psikoanalitik bir kavram. Aynı kişi ya da nesnelere karşı zıt duyguların ard arda hissedilmesi anlamına geliyor. Sanatçının kan transplantasyonu üzerinden eğretilediği ve ambivalans olma hali ile bağ yakaladığı enstalasyonunda bilinç aktarımı sorunu öne çıkıyor. Rejenerasyon sürecinin yeni bir var olma önerisini barındırması geleceğe dair belirsizlikleri de beraberinde getiriyor. Sanatçı; bu yenilenme döneminde tüm ihtimallere karşı önlemini alıyor. Özellikle sergide rejenerasyon sürecine dahil olan sanatçıların yaşayacakları belirsiz gelecek öngörülerinden beslenerek sanatçı, kan kaybına karşı temsili kan tüplerini saklı tutuyor. Hatta sergi açılışı sırasında bu kan tüpleri izleyenlere sunularak bir ironi ortamı oluşturuluyor. Saray’ın daha önce yaptığı çalışmalar düşünüldüğünde bu çalışmanın sanatçının retrospektif sürecine katmanlar eklediğini de ayrıca belirtmek gerekiyor. Sergi açılışında performatik süreçleri de deneyimleyen sanatçı, bu sergide yakaladığı kavramsal duruş ve boyutsallık nedeniyle yeni üretilerine dair izleyende merak uyandırıyor.
Re-Dejenerasyon; tüm sanatçılar tarafından yakalanan çok cepheli algısal duruşu, sergiye dahil olan sanatçıların çoğunun kullandığı performatik süreçleri ve galeri mekanının dışına taşan anlatım öğeleri ile önemsenmesi gereken bir sergi olarak nitelendirilebilir. Tüm çalışmalar izlendiğinde empati oluşturmaya sebep olan tavırları destekleyen kavramlar da hemen görünür oluyor. Sergi süresince beden, kimlik, yersiz-yurtsuzlaşma, siyaset, çevresel faktörler ve ironileri sorgulama süreci devam ediyor.
Sanatorium; diğer sergilerinde olduğu gibi bu sergisinde de sahip olduğu minik mekanına rağmen çok katmanlı ve alt okumaları güçlü bir sergiyi izleyenlerle buluşturdu…
* Bu yazı artist actual- Temmuz/Ağustos 2011- syf.38-42 'de yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder