Sayfalar

23 Eylül 2011 Cuma

EXTRAMÜCADELE ile SANAT VE TOPLUMSAL İRONİLER ÜZERİNE *





                                                                         Ebru Nalan Sülün


Ebru Nalan Sülün: Seninle yapılan pek çok röportaj metni mevcut. Bu metinlerde hemen hemen ortak sorular mevcut. Aslında ben daha önce okuduğum bu röportajlarla tekrara düşmek istemiyorum. Fakat; yine de sormak istiyorum. Seni Memed Erdener olma halinden Extramücadele olma haline iten, bir nevi patlama anına iteleyen şey ne oldu? Ya da süreç nasıl gelişti?
     Extramücadele: 90’ların sonlarına doğru, Deli dergisi maceramın ardından kafamda bir şeyler belirdi. Karikatürle değil, sanatla ilgileneceğimi biliyordum, sadece yeni bir yol arıyordum. Aklımın ve elimin beraber akacağı bir nehir. Uzunca bir süre şaşkınca gezindikten sonra Türkiye’nin propaganda sistemleri ile ilgilenmeye başladım. İnsanlar kendi hallerine bırakılamazdı, sürekli eğitim ve bir kafa doldurma zorunluluğu. Zamanla bu olayların ardındaki gerçekleri sorgulamaya başladım. İnsandan ve onun özgün düşüncesinden daha değerli bir şey yok. Biraz araştırıp, okudukça 1997’de sanatsal üretimim başladı. Bu yaptıklarıma imza atmak hiç istemedim. Bunlarla benim ismimin ne alakası var diye düşündüm. Bunlar benimle alakalı değil tamamıyla bizimle ilgili şeylerdi. Ben, biz olmalıydım. Bir ortak akıl ve ortak sorunlar yumağının içindeydim. Bir tür baca temizliği, toplumsal psikanaliz. Dipten çıkardıklarım arasında en çok karşıma çıkan şeyler ise baskı ve şiddetti. O zaman benim yapacağım şey bir tür mücadele olmalı dedim. Yani maruz kalınan ve sürekli değişen, kılık değiştiren bu propagandaya karşı bir mücadele. Panzehir gibi. Yılan sokmuş, panzehiri veriyoruz gibi. Hasta ancak böyle ayağa kalkacak gibi. Bir arkadaşıma bu düşüncelerimden söz ettiğimde o da bana bu senin “extramücadelen” dedi. O günden beri ismim yerine bu takma adı kullanıyorum. Bu herhangi bir kaçışı ya da saklanmayı ifade etmiyor. Bana ve izleyiciye ne ile uğraşıldığını sürekli hatırlatan bir başlık gibi bir şey.
E.N.S.: “Barış Ormanı” ile Atatürk’ü Türban Şoray’la buluşturdun,“Mazgalyürek”te Anıtkabir’i mazgala dönüştürdün, ”Neden?” heykelin ile doğuyu zehirli bir akrebe benzettin.  Bunlar kimi eleştirmen tarafından fazla direkt, kimisi tarafından fazla klişe, kimi eleştirmen tarafından da ciddi boyutta Atatürk düşmanı olarak yorumlandı ya da konuşuldu. Bir dolu konformist duruşlar içerisinde sen antikonformist duruşun ile önem arz ediyorsun. Belki de bu tepkisellik seni amacına yakınlaştırıyor? Bu durumu içselleştir desem ne söylerdin?
EX.: Öncelikle, anıtkabiri mazgala dönüştürmedim, anıtkabirin altına, tam ona simetrik bir şekilde bir mazgal yerleştirdim. Doğu ve batı arasındaki geçişkenliği simgeliyor benim kafamda. Aradaki fikir cereyanını anlatıyor. Benim anlayışım sade, doğrudan ve kolay anlaşılırdır. Beni böyle bir kalabalığa bırakırsan ben ölene gelene kadar yine böyle işler yaparım. Bu coğrafyada acayiplikler bitmeyecek gibi görünüyor. Tuhaf bir yer burası yani. Sadece kendileri olamayan delirmişler diyarı. Ben bunları yaparak kendimi iyileştiriyorum. Dolayısıyla sizi de iyileştirmeyi deniyorum.

E.N.S.: Söylemlerin tezatlıklar içeriyor ama çok taraflı görünen bir yanın da var. Farklı açıları görüyorsun fakat çoğunlukla katmanlılığın Atatürkçülük üzerinden okunuyor. Son zamanlarda toplumda Atatürk söylemleri yoğun, doğal olarak bunu yansıttın denilebilir mi? Bu durum sence üslubunun gelişimi açısından tehlikeli mi? Yoksa bir görünürlülük hali için özellikle mi çaba harcıyorsun?
EX.: Cumhuriyet ve Atatürk fikri ile ilgili yapmak istediklerimi yaptım, tamamladım diyebilirim. Tabu konularla uğraştığım için görünürlülükten bahsedebiliriz. Ayrıca sadece Atatürk ile ilgilenmedim, “Suç ve Ceza” isimli bir Apo (Abdullah Öcalan) heykeli de yaptım. Fakat şimdilik yok sayılıyor. Demek ki daha hazır değiller. Apo heykelim hakkında bir haber, bir yazı hiç bir şey yapılmadı. Bu da ilginç. Fakat biliyoruz ki sanat böyle bir şey, “Barış Ormanı” isimli resmi de 2003’de yapmıştım, senelerce görülmedi, öylece durdu köşesinde, taa sonra bakılmaya, konuşulmaya başlandı üzerine. Türkiye kapalı ve refleksleri gelişmemiş bir yer. Şimdiyse başka bir yere kayıyorum. Yeni bir dünyaya...
E.N.S.: Dayatma, baskı uygulamaya karşı bir tepkiselliğin var mı? Çok katmanlı dayatmadan söz ediyorum. Böyle bir şeyden mi besleniyorsun? (kürtlük, alevilik, cumhuriyet, din, cinsiyet vb.) Eleştirel bakışın çok keskin, çok çetin, çok cesur.
EX: Uzun süren planlı bir sindirmeden sonra bugün şiddet ve saldırganlık her yere nüfuz etti. Sanat ve eleştiri de bu çorbanın içinde yer alıyor. Yaptıklarım o yüzden keskin gözüküyor sanırım.
E.N.S.: Sanatın kurumsallaşması ve sanatçının bu kurumsallık içerisindeki konumu üzerine ne söylemek istersin. Seni son zamanlarda sıklıkla Arter sergilerinde ve bir galeriye bağımlı olarak izliyoruz. Sanatçı portföyünde oluşturduğun bu değişim sana ne kazandırdı? Ya da kaybettiğin bazı şeyler var mı?
EX: Hafriyat mektebinden olduğum için benim temellerim sağlamdır. Ayrıca kırk yaşımdan sonra galeri ile çalışıyor olmamdan daha doğal ne olabilir ki? Duruşumla ilgili bir şüpheniz olmasın sağlam topraktan çıktım, Hafriyat’ta büyüdüm ben.
E.N.S.:Türkiye’de son yıllarda oldukça görünür bir kıpırtı mevcut. Özellikle söz ettiğin gibi Hafriyat ile başlayan süreçte yeni insiyatifler ile artan özgür ve özerk hareketlilikler hakkında ne düşünüyorsun? Son yıllarda sayıları artan disiplinler arası oluşumlar, inisiyatifler ve kolektifler genç sanatçılara, sanata yeni ufukları araladı. Sence bu duruş ve gelişim nereye kadar uzanacak?
Taş Gibi Anayasa- 2010
EX: Hafriyat ve Hafriyat Karaköy’ün açtığı yoldan gidiliyor, ne güzel. Hafriyat grubu ve Hafriyat Karaköy çok kişiye cesaret verdi. Sanırım insanların üzerlerindeki korkaklığı ve çekingenliği atmalarına yardımcı oldu. Karaköy’e elektroşok uyguladık biz. Tophane galerileri bu şokun üzerine geldiler muhite.
E.N.S.: Yaşadığın sansür vakalarına gelelim. Ülkede sayıları gittikçe artan bu hikayelerin sonunun  gelmeyeceği belli. Ama senin ayrıca hedef gösterilme halinin olduğu çok açık. Bu göstergeler bildiğim kadarıyla öncelikle basın üzerinden yapılıyor. Örneğin; “Allah Korkusu” sergisi de Vakit Gazetesi tarafından hedef alınmıştı. En güncel olay da; I.Yaz Sergisi’nde gerçekleşti. Demokratik bir sanat ortamı vaadiyle Time Out İstanbul Dergisi ve Beyaz Art İstanbul tarafından açılan 1.Yaz Sergisi’nde yer alan işin hedef gösterilerek 23 Haziran 2011’de Aydınlık Gazetesi’nde sergi “skandal” nitelendirmesi ile yazıldı. Ve ardından heykelin sergiden hiçbir açıklama yapılmadan kaldırıldı. Yapılan bu oto sansür olayı yaşadığın ilk olay değil. Öznel ve nesnel boyutta ne söylemek istersin?

Taş Gibi Anayasa-2010
EX: İslami kesimin tabularının ve zaman zaman saldırganlığının bir başka türü diğer tarafta da var. Bu iki farklı tutuculuğun arasındaki cereyanda kalan özgürlük yanlısı herkese büyük iş düşüyor. Çocuklarımız böyle bir ortamda yaşamamalı. Bu dar kapıyı aralamak sadece bizim elimizde. İnsanlar sadece kendileri olmalı, bir şey adına hareket edilmemeli. Kısacası “Egemenlik İnsanlarındır” ve “Ne Mutlu Ben’im Diyene!”




* Bu yazı Artist-actual Eylül-Ekim 2011 sayısında syf: 68-70'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder