Sayfalar

7 Eylül 2012 Cuma

SANAT VE SANSÜR-LE-ME SORUNU ÜZERİNE



 

                          Ebru Nalan Sülün

 

 

Sanat ve sansür sorunu bir çatı altında birleştirildiğinde ilk olarak iktidar kavramı ile bütünleşir. İktidar ise; her zaman doğru varsayımları olduğunu iddia eden ve bu konuda her zaman doğrularını topluma empoze eden bir hal içerisinde olmuştur. İktidarın parçası olan sansürün modern demokrasilerde varlığı ise tartışmasız devam ediyor. Bu noktada ilk olarak akla şu soru geliyor. Sansür bir topluluk içerisinde ne ifade eder? Sansür,  genellikle güçlünün kendisini savunmasına yönelik bir fenomen olarak algılanır. Aynı zamanda sansür, güç ve iktidar odaklarının bazı bilgilerin halka ulaşmasını bilerek ve isteyerek engellemek için kullandıkları bir mekanizmadır.


Siyah Bant-Logo
            O halde iktidar denilen güç ne anlama geliyor? Aslında iktidar, ilk anda devlet olgusunu topluma referanslar. Fakat, iktidar çatısı altındaki konformist dinamikler içerisinde sayıları artan kültür kurumlarının, müzayede şirketlerinin, galeri sahiplerinin, koleksiyonerlerin vb. sanat ve sansür sorunu söz konusu olduğunda devlet kadar ağır yaptırımları olabilmektedir. Bu yaptırımları Türkiye içerisinde de pek çok kez deneyimledik ve izledik. Bu noktada Ana Mendieta; gerçek kültürün karşılaştığı tehlikeyi açıklar.

Der ki: “…eğer kültür kurumlarını egemen sınıfın bir parçası olan insanlar yönetirse, o zaman sanat görünmez olacaktır çünkü onu benimsemeyi reddedeceklerdir…”(1)

Mendieta’nın bu önemli tespiti ülkeler bazında düşündüğünüzde önemli kanıtları içerisinde barındırıyor. Bu noktada Türkiye’ye daha yakından bakmaya çalışalım. Yirminci yüzyılda sürmeye devam eden ideolojik ve felsefi hareketlilikler özellikle 1980’li yıllarda çok daha hızlı oranda dönüşümü getirdi. Özellikle bu dönemde tüm dünyada oluşmaya başlayan kitlesel, ulusal kutupluluklar ve tarihin tekrar yön değiştirmesi hem düşünsel hem siyasal hem de sanatsal alanda değişimleri de beraberinde getirdi. Eleştirel, anti konformist duruş, söylemler devlet müdahaleleri ve yasalar doğrultusunda farklı çehrelere bürünerek gelişimini devam ettirdi. Radikal ve eleştirel bir dilin hakim olduğu yeni anlatım dilinin yol açtığı süreç sonra yaşanacak süreçleri de etkisi altına almıştır.

Türkiye’nin 1980 sonrası yaşadığı dönüşümde bilindiği üzere ekonomik ve siyasal etkenlerin rolü önemlidir.80 darbesinde uygulanan tutuklamalar, soruşturmalar toplumun içine kapanmasına ve toplumsal buhrana sebep olmuştur. Bu dönem baskının en yoğun yaşandığı dönemdir. Özellikle basın sektöründeki sıkıyönetim uygulamaları bir takım haberlerin yapımını yasaklayan bir yapıyı ön görmektedir. Böylelikle toplum ve gerçeklikler arasında çizilen bariyer kalınlaşmıştır.1980’ler bu yapı bozum içerisinde şekillenirken bir taraftan da kışkırtıcı unsurların arttığı, kurucu, kuşatıcı bir kültürel yapının da ortaya çıktığı bir dönemdir. Bu dönem hem reddi, hem de istekleri kışkırtan bir alt yapıyı da beraberinde getirmiştir. Mevcut dünyada gelişen teknolojinin ilerlemesi ve bu dönemde liberal politikaların gelişmesi ile Türkiye’de özgürlükçü bir hava esmeye başlarken, bir yandan da baskıcı, sansürcü, örgütlenmeyi engelleyen yapı devam etmiştir. İkilemlerin döneminde sınıfsızlık ve yersiz yurtsuzlaşma, bir taraftan da yeni kimliklerin oluşmasına, toplumun tüm mekanizmalarının daha görünür olmasına imkân sağlamıştır. Böylece toplumun değişen yapısı içerisinde sanatta post modern söylevlerin öngördüğü bireysel çıkışlar ile paralel olarak bireyin içselleştiği ve çok cepheli incelendiği bir iç donanım gelişmeye başlamıştır. Kimlik tartışmaları içerisinde cinsiyet, toplumsal bellek, ahlaki değerler gibi kavramların kullanımı zamansal ve toplumsal evrimle paralel, sanatın da kabuk değiştirdiği bir zamanın habercisi olmuştur.

                         1980 sonrasında devlet sisteminin geçirdiği dönüşümler kapitalist ve ideolojik bakışın değişimine de sebep olmuştur. Bu dönemde kapitalizmden daha çok söz edilir olması ve ülkede dini bakış açısının görünür olması sanat ve sanata müdahalenin de dönüşümüne sebep olmuştur. 1980 sonrasında muhafazakâr tutum ve yaklaşımların öne çıkması ile bağlantılı olarak ahlaki endişelerle sansür girişimlerinin arttığı izlenmektedir. Aynı yıllarda yükselen kapitalizm ve globalizm ile bağlantılı olarak özel şirketlerin sanat koruyuculuğu, sanat kurumu yöneticiliklerinin ağırlığı artmış ve devlet sanata verdiği desteği zamanla azaltarak sanatı özel yönetimlere -galeri, holding sahipleri, kurumlar vb.- yönlendirir olmuştur. Bu süreçte özel yönetimlerin devlete karşı duyduğu konformist endişelerle uyguladıkları sansürler de sanat ve sanatçının gelişimini engellemiş ve engellemeye de devam etmektedir.

                        Özellikle 1990’larda daha da hızlanan bu değişim rüzgarında 2000’li yıllarda özel galeriler ve alternatif kolektiflerin artan sayıları dikkat çeker. 1996’da ilk sergisini açan “Hafriyat” ile başlayan dönüşüm, sayıları hızla artan kolektif ve inisiyatifler sayesinde hızlanmıştır. İnisiyatifler ve kolektif gruplar; sanat arenasında özgür alanlar yaratmaları, denetleme mekanizmalarının olmaması, genç sanatçılar için bir ortam oluşturmaları açısından güncel sanat içerisinde önemli dinamikler olmaya devam ediyorlar. Fakat; bu oluşumların özerk ve özgür olmaları ya da böyle hareket etmeleri onların da sansürlenmelerine ne yazık ki engel olamıyor.

                        Sansür sorununun hukuki boyutu, sansüre karşı düşünürken önemli bir paydayı oluşturur. Bu bağlamda 1982 T.C. Anayasası’nın 26.maddesine göre ; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.” ifadesi mevcuttur. Türkiye’de 1982 anayasası ve yaşanan sansür vakaları dikkate alındığında 26. maddenin 1982 yılından itibaren ihlal edildiği de ortaya çıkıyor.

                        Bu ihlaller karşısında sanatçı duruşunun nasıl olması gerektiği kocaman bir soru işaretini barındırıyor. Bu noktada Türkiye’nin sansür ve sanatçı gündemi dünya geneline göz atarak şekillenebilir. Özellikle Amerika’da bu soruna ilişkin yayınlanmış pek çok kitap ve sanatçı birlikteliği mevcut. Bana göre sansürle mücadele için öncelikle sansürün anlamı ve hikayesi üzerine daha derinlikli araştırmalar yapmak gerekiyor. Ayrıca, Türkiye’de sansüre karşı fikir ve sanat özgürlüğü hakkında anayasal değişikliklerin yapılması ve bu konuda kamu bilincinin geliştirilmesi için de gerekli yasaların gündeme getirilmesi adına birliktelikler oluşturulabilir. Sanat ortamında böylesi sağlam birlikteliklerin oluşturulması toplumsal farkındalığın geliştirilmesinde de önemle bir payda oluşturabilir. Sivil toplum beraberlikleri veya sanatçı duyarlılıkları ile de şekillenebilecek bu türlü birlikteliklerin sanatı dönüştürebileceği gibi aynı zamanda sanatın gelişmesine de faydası olacaktır.

Son haftalarda kurumsal boyuttaki sansür tartışmaları ile gündeme gelen İstanbul Modern üzerine de birkaç şey söylemek gerek. Bu olayda Hakan Akçura tarafından bir imza birliği oluşturuldu. Bu durum sansüre karşı tek sesliliğin oluşumu adına çok önemli idi. Fakat, orada imzası olan birçok kişinin “Bubi için değil, sansüre karşı olduğum için imza attım” fikrinde olduğunu biliyorum. Şahsen ben de bu nedenle o metne imza attım. Bu noktada sansüre karşı duyarlılığın tarafsız ve çok cepheli olma zorunluluğuna da değinmeden edemeyeceğim. Ülkenin pek çok köşesinde gizli gizli yasaklanan, sansürlenen sanatçı sayısı hiç de az değil. Bu sanatçılar kurumsal güçler, galeriler, yerel yönetimler ya da halk tarafından devamlı sansürlenmekteler ama seslerini duyurabilecekleri bağlantı yoksunluğundan –özellikle İstanbul dışında- susmaya ve aynı kaderi yaşamaya devam ediyorlar. Bazı sanatçılar da var ki; -Bubi örneğinde olduğu gibi- bu grup sanatçılar sansür olup olmadığına bile henüz karar verilemeyen bir yasaklama ya da kabul görmeme halini bir şova dönüştürebiliyor. Bu noktada şu durum da bana göre tartışılmalı. Sansürleneceğinden ya da kabul görmeyeceğinden emin olarak bir yapıt üretmek, tahmin edildiği üzere kabul görmemek ve bu durumdan prim sağlamaya çalışmak ya da bu yolla isminden söz ettirmek, bir nevi durumu şova dönüştürmek. Sizce söz ettiğim durum da bir karşı duruşu gerektirmiyor mu? Elbette ki sansür mekanizması çalıştığı an birlikteliğin oluşumu önemli fakat sanatçı tuzaklarına da düşmemek gerekmekte.

Bubi olayından sonra kurulan sanattasansür@gmail.com grubu ve Haziran 2011’de kurulan “Siyah Bant” platformu bu anlamda bence ülkede gelişen her türlü sansür girişimine karşı oluşan çok önemli oluşumlar. Bu noktada “Siyah Bant” platformunun  oluşturduğu bir sansür arşivinin olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu durum da toplumsal belleğin kaydı demek oluyor. Bu arşiv zaman içerisinde genişlemeye ve Türkiye adına çok önemli bir literatür oluşturmaya devam etmeli. Ayrıca; “Siyah Bant” platformunun sansür sorununa karşı düzenlediği konferanslar, paneller ve tartışma platformlarında hukuki çözüm yollarını araması, sanatçı ve eleştirmen deneyimlerine başvurması da çok önemli. Ek olarak, yeni açılan sanattasansür@gmail.com grubu da Türkiye’de sansüre karşı dur demek isteyen herkese açık bir platform olma yolunda şekilleniyor. Her türlü sansür girişimine karşı birlik olmayı hedefleyen, vakaları arşivleyerek çözüm yollarını tarayan bu oluşumlar gerçekten umut verici. Özelinde; sanatçıyı ön planda tutmadan sansüre karşı ne yapılabileceğini hukuki boyutta tartışan, ortak toplantılarla çözüm önerileri alan bu grupların enerjilerini kaybetmeden dinamik havalarını sürdürmeleri gerekmekte. Grupların kendi içerisindeki tutarlılıkları ve çözüm arayışları umarım yapıcı yeniliklere teşvik için aracı olur ve kanun bazında da önemli yeniliklerin oluşumunu sağlarlar. Toplumsal farkındalık, sanatçı birliği ve duyarlılığını sağlamaları bile şu noktada önemli bir fayda diye düşünüyorum…

 

 

                                                       KAYNAKÇA

 
(1)  Harrison, C.- Wood, P.(2011)- “Sanat ve Politika”- Sanat ve Kuram 1900-2000-Değişen Fikirler Antolojisi- Çev: Sabri Gürses- Küre Yayınları: İstanbul.

 



 * Bu yazı Artist actual,2012 Ocak-Şubat sayısında yayınlanmıştır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder