Sayfalar

26 Eylül 2010 Pazar

İpek Duben Retrospektif Bir Seçki; 1994- 2009

 Farewell My Homeland- 2004
Love Book-ayrıntı


Love Game- genel

Manuscript-1994 ayrıntı

What's a Turk- video ayrıntı-2003
         İpek Duben’in son 15 yıllık çalışmalarının bir bölümünün izlendiği İpek Duben: Bir Seçki 1994-2009 başlıklı sergi 18 Kasım- 2 Ocak 2010 tarihleri arasında Aksanat’ta izleyenlerle buluştu. Mekanı ile bütünleşen ve mekanı ile var olan sergideki sanatçı kitapları ve yerleştirmelerinde kimlik, cinsiyet, göç, kültürel önyargılar gibi konular eleştirel bir perspektifle işlenmiş. Bu perspektif izleyenler için şaşırtıcı bir hesaplaşmayı da beraberinde getiriyor.Sanatçının sergi seçkisinde ve ruhsal yer altısında gezinmeden önce Duben’in yaşam katmanlarına da göz atmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Duben; yıllar içerisinde çok farklı kültürel deneyimler yaşamış, farklı kimlikleri özümsemiş bir sanatçı. Sanatçı; 1941 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul'da English High School ve Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'ni bitirdikten sonra Chicago Üniversitesi'nde 1965 yılında siyaset bilimi dalında master eğitimi aldı. Aynı bölümde doktora çalışmasını tez aşamasına kadar sürdürdü (1969). 1972-1976 yılları arasında New York’da “ The New York Studio School”da sanat eğitimi aldı. ABD’de sanatçı kendi kültürel kimliğini sorgulama ve bu bilinci savunma içgüdüsüne yönelmişti. 1977 yılında Türkiye’ye dönmüş ve sanatsal çalışmalarına 1992’ye kadar Türkiye’de devam etmiş. ABD’de başlayan kültürel kimlik arayışları sanatçıyı 1984’de Mimar Sinan Üniversitesi'nde sanat tarihi doktorası yapmaya yönlendirmiş. Eğitim sürecinin sonunda Duben; 1992-2002 yılları arasında sanat çalışmalarını NewYork’da sürdürmüş. Duben; 2002 yılından günümüze İstanbul’da çalışmalarını sürdürmektedir. Duben; ABD’de felsefe eğitiminin yanı sıra siyaset bilimi öğrenimi görmüş ve bu eğitimini sanat eğitimi ile pekiştirmiştir. Sanatının özünü ABD ve Türkiye arasında kurduğu köprünün yol açtığı çift kültürlülük ve kimlik sorgusu oluşturmuştur. Sanatçının çalışmalarının genelinde var olan sorun; bir Türk ressamı olarak kendi geleneklerinden çıkıp yeni bir dil oluşturabilir miyim endişesidir. Sanatçı; kültürlerin sentez edilmeyerek özümsenmesini ve üst üste örtüştürülerek de var olabileceğini göstermiştir. Aksanat’taki sergi sanatçının 15 yıllık çalışmalarından derlenen beş yerleştirme-sanatçı kitabını içeriyor. Manuscript (1994), LoveBook- Love Game(2001), What’s a Turk (2003) ve Farewell My Homeland ( 2004-05). Sergi öncelikle mekan tasarımı ile izleyeni davet eden, adeta içine çeken bir girdap etkisi yaratıyor. Serginin mekan tasarımı Başak Şenova’ya ait. Küratöryel süreç ise sanatçının kendisi tarafından yürütülmüş. Sergi kataloğunda Başak Şenova’nın yazdığı rapor sergi sürecinin ne denli uzun ve zorlu olduğunu gözler önüne seriyor. Serginin sadece mekan tasarımı yedi ay sürmüş. Serginin mekan tasarımının önemi sanatçının yerleştirmelerinin mekanla olan bütünlüğünden kaynaklanıyor. İşlerin tamamı kendi mekanını yaratan, fiziksel ve düşünsel yollardan mekanı dönüştüren yerleştirmeler. Birbirleriyle ilintili dertlere sahip yerleştirmelerin sergi mekanında da ayrı tutulmamaları sergi izleyeni üzerinde bütünlüğü sağlıyor. Mekanda hacimleri farklı, birbirine açılan odalar tasarlanmış. Odalar birbirine koridor aracığıyla bağlanmıyor. Her oda birer dikdörtgen prizma haline getirilmişler. Tüm odalarda kullanılan aynı konseptteki duvar kağıdı da büyük mekandaki görsel dilin paydasını eşitlemeye yol açıyor. Görsel dilin yanında mekanda dikkat çeken diğer ayrıntı ise, ses. Ses çalışmaların tümünde kullanılmış. Görsel ve işitsel dil arasındaki denge serginin tümünde baskın olan sorgu odasındaymış izleniminin etkisini keskinleştiren önemli bir ikonografiyi oluşturmuş. Galeri mekanı, serginin hem kavramsal hem de forma dayalı akışını takip ederek dönüştürülmüş. Serginin kavramsal tasarımı, işlerle mekan arasındaki etkileşimi, işlerin birbiri arasındaki ilişkisi, izleyicinin mekandaki hareketlerini ve rotasını hesaplayarak gerçekleştirilmiş (1).. Sergiyi izlemek için galeri mekanına girdiğimde sergi rotamı tamamıyla işlerin kendisi belirliyordu. Her prizmatik mekan içerisinden farklı sesler beni çağırıyordu. Heyecanlı olacağını hemen anladığım izlenimler beni kendimle, toplumla, dünyayla yüzleştirmeye hemen başladı. Seçkideki ilk durağım sanatçının 1994’de Manuscript sanatçı kitabı ve yerleştirmesi. Bir sanatçı kitabı olarak tasarlanan ve aynı zamanda sergi mekanı ile konuşan, mekana yayılan yerleştirme İstanbul, Ankara, Rotterdam ve Kalifornia’da dört farklı yorumla izleyenlerle buluşmuş. Amerika ve Türkiye’deki sergiler ise; eşzamanlı açılmışlar. Bu da yine sanatçının kendi, özsel kimlik sorgusunu açığa çıkarır ve aynı zamanda kimliksizleşme, çift kültürlülük ve teslimiyet duygusunu vurgular. “Manuscript” mekanında öncelikle sanatçının kimliğini ve belleğini sorguladığı kendi yazdığı şiir izleyeni cezbediyor: “Gövdemi sarmalayan ten. Taşlara değiyor çakıllara. Sımsıkı bastırınca beni. Bedenimi ruhumu. Çekiliveriyorum o tenin derinine. Yeniden görmeye kendimi. Bir daha bir daha yine. Gerçek olan hangisi. O mu ben mi. Ben’ler çoğalıyor gitgide. Dışa diktiğimde gözümü. Ve içte ta derinlerde. Hiçbir dilin var olmadığı dağlarla anının dibinde. Keşfediyorum birden. Beni çevreleyen her şeyi. Gerçek olan hangisi. Ben mi O mu. İkimiz mi Hiçbiri mi. Zaman duralamışsa kıpırdıyorsa şey’ler. An sürüp gidiyor. Burada mıyım orda mı. Yoksa aynı-şey-mi hepsi”. Sanatçı ve bedeninin yüzleştiği bu fermansı şiirle karşılaşmak izleyeni küp şeklinde odada farklı bir çözümlemeye hazırlıyor. Manuscript’de katmanlaşan görsel izdüşümlerde sözcükler adeta bir yön tabelası işlevini üstlenmiş. Sanatçı; bu şiirle aslında çift kültürlülüğünü ve çelişkilerini açıkça ifade eder. Türkçe ve İngilizce yazılıp ferman şeklinde asılan şiir, Osmanlı fermanları şeklinde düzenlenmiştir. Ferman şeklinde asılmasında kendi kültür katmanlarında yer alan Osmanlı geleneklerine giden bir buyurganlık da mevcuttur. Sanatçı; eserlerinde vermek istediği ruhsal durumu şiirleştirmiştir. Sanatçının çift kimlikliliğinin simgesi olan her şey Türkçe ve İngilizce yazılmıştır. Sanatçı burada; kültürel belleği ön plana çıkarmıştır. Kendine bakmak, kendini görürken ötekinin farklılığını hissetmek, onu kabullenmek, çıplak gerçeği aramak, arınmak ve iç dünyaları dışa vurmak. Duben; kendi portresini ve bedenini sürekli tekrar edilen bir imge, bir triptikon şeklinde galerinin duvarlarında sergiliyor. Sanatçı; sergisindeki düzenlemede sürekliliği olan ve tekrarı içinde barındıran hiyeroglif bir örgüyü kullanmış. 1988 yılında sanatçının kendi pozlandırdığı ve Ani Çelik Areyvan’ın çektiği çekimlerden dört pozu seçerek kullanan sanatçı; kendi bedeninin her şeyden arınmış çıplak fotoğraflarını resimsel bir boyuta taşımış. Bu süreçte de insan olmak, birey olmak ve kadın olmak temalarını gündeme getirmiş.
            Manuscript 1994; enstalasyon olarak sergilenmediği zaman katlanıp bir sanatçı kitabına dönüşebiliyor. Bu kitap aynı zamanda sanatçının göçebe hayatının da simgesi. Bu anlatım dili tamamıyla kimlik arayışı ve modern, geleneksel arasında çatışan birey olan kadının ikilemidir. Modern kadının kimliğindeki tanımlama ve sorgulama süreci sanatçıyı bu anlatım yoluna itmiştir. Bu eserler son derece özgün, çift kimlikli bir benlik hikayesidir. Kimliksiz ifadelerle bakan gözleri izleyenlere toplumsal mesajlar vermektedir. Sanatçı; cesaretle dünyaya, gerçeklere bakarak izleyenlere aslında “Sen de Bak ve Korkma” mesajını vermektedir. Eserlerdeki diğer poz ise; yan profildir. Bu poz; ABD’deki “Aranıyor” temasını çağrıştıran bir pozdur. Yerleştirmedeki birimler üçlü ve tekli bir düzen içinde, tıpkı bir sözcük gibi kendi başlarına anlam taşırken bir dizi olarak düşünüldüğünde de birbirine bağlı dört cümleyi temsil eder. Tapınak ortamı izlenimi veren ve ruhani bir duygu yaratan sanatçı; kendisinin İslam geleneğine karşı bir suç işlediğini itiraf eder ve kendini criminal bir suçlu olarak ilan eder. Bu ruhani ortamda; sanatçı tüm kadınları temsilen kendi bedenine anlamlar yüklemiş ve bu anlamları tüm çıplaklığıyla kendi çıplak bedenini araçsallaştırarak sunmuştur. Duben’in diğer pozu ise; teslimiyeti ve bir nevi boşluğa düşmeyi, çaresizliği simgeleyen tam beden pozudur. Özellikle üçlü yerleştirmelerde vücutların karşısındaki ayna imgesi kendini aynada görmeyi temsil eder. Sanatçı; bu ayna izlenimlerini kültür ve kimliklerin birleşmesinde de kendini aynada görme olarak sorgulamıştır. Aslında tek olma ve tek vücut olmayı ifade eder. Sanatçının bu enstalasyonda izleyenlere ve topluma karşı verdiği mesaj tamamıyla dinsel kimlik ve kadının o kimlik içindeki yeriyle yüzleşmesini içerir. İfadede; geleneksel anlam içindeki suçluluk ve sanatçının bizzat kendisinin verdiği ikinci bir dinsel rol vardır. Çıplak bedende gözle görülmeyen bir örtü ve o örtünün ruhaniliği sorgulanır. Resimlerde erotizm olmadan verilen çıplaklık aslında üstü örtülü verilen çıplaklıktır. Bu duruş içerisinde kadın erkek farkı gözetmeksizin çıplak beden, tabular, kutsal kitap, dolayısıyla inanç sorgulanan diğer temalardır. Batılılaşmış bir kadın sanatçı burada; İslam anlayışının kabul etmediği çıplaklığı ve bireyin kendisiyle yüzleşme olgusunu dinsel bir formatla sunarak farkındalık yaratmaya çalışmıştır. Mekanın ortasındaki cam masa altında varaklı kapağıyla yerleştirilen sanatçı kitabı bu söz diziminin tam ortasında duran, bir anlamda bu suça ortak olan bir dini kitap etkisi yaratmaktadır. Duvarların koyu gri rengi ise bu suç mahalini belirginleştiren bir kasveti de beraberinde getirmektedir. Sanatçı Manuscript ile ilgili şu yorumu yapar: “…Bende kadını kapatan değil dönüştüren, toplum beni değil, ben kendimi böyle kapatırım teması var. Benimkinde İslam’ın kadına yerleştirdiği geleneksel toplumun ya da geleneksel İslam toplumunun kadına verdiği ezik ikinci, üçüncü role tabi olmasını gerektiren baskın role karşı ben kendimi kendim tanımladım. Sen bana bak, beni gör, sonra da kendine bak…” (2).
               Sanatçı’nın ilk “Manuscript” de hazırlamaya başladığı sanatçı kitapları hayatta yüklendiği kendi göçebe ruhunu sembolize eder. Duben; Manuscript ile bir nevi kendi dini kitabını yazmıştır. Duben; daha sonra sanatçı kitaplarını farklı çalışmalarında da kullanacaktır. Sergi mekanında “Manuscript”(1994) den sonra izleyen “LoveBook”(2001) ve “Lovegame”(2001) mekanlarına sürükleniyor. Bu istemsiz yönelim, yerleştirmelerdeki ses ve mekan kurgusunun çekim gücü ile kendiliğinden oluşuyor. Manuscript’deki “ben”, “kimlik” sorgusu LoveBook (2001) ve LoveGame (2001)’de toplum katmanlarına yönelmekte. Duben “Manuscript”de kendi ruhunu, kimliğini tartıştıktan sonra şimdi de topluma tüm oklarını yönelterek farkındalık yaratmaya çalışmış. “Love Book” ve “Love Game” birbirleriyle bağlantılı yerleştirmeler. “LoveBook” ta yaşanılan yüzleşme “LoveGame” de tam bir suç oyununa dönüşmekte. Sanatçı; 1998- 2001 yılları arasında Amerika ve Türkiye arasında yaşadığı kültürel devinimler ve tanıklıklarının etkisi ile toplum, aile, şiddet, kadın- erkek farkı gözetmeksizin namus temalarına yöneliyor. Bu süreçte sanatçı izleyene aile kavramını, aile içerisinde yaşanan şiddet, namus, cinayet vakalarını gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden derlediği bir koleksiyonla sunuyor. Amerika ve Türkiye’de yayınlanan gazetelerden beş yıl süresince derlediği bu haberleri çelik plakalara aktarmış. Bu plakaların sergileme yöntemi, bu haberlerle yüzleşme bir sorgu odasını andıran mekanda gerçekleşiyor. Mekan dikdörtgen tasarlanmış. Karşılıklı iki duvar. Bu duvarlar üzerine çelik plakalar üzerine aktarılmış haberler. Her plaka bir telefon kulübesi gibi tasarlanmış. Plakaları yaprak yaprak arkalı önlü okuyabiliyorsunuz. Her plaka birer ampül ile aydınlatılmış. Her sayfa bir sorgu masasına dönüştürülmüş. Sanatçı tarafından Aşk Kitabı olarak yorumlanan 54 plaka, 200 vaka sergi izleyenlerinde bir travmaya yol açıyor. Dikdörtgen mekanda iki duvarın ortasına bir ampulün aydınlattığı küçük bir masa yerleştirilmiş. Mekan yine koyu gri tonlarda. Tıpkı “Manuscript” deki gibi. Ortam oldukça soğuk, ürkütücü ve depresif. Sanatçı belgesel niteliklerle kurguladığı senaryosunda izleyenleri toplumun görmezden gelinen travmalarına yönlendiriyor. Umutsuzluk, farkındalık, ruhsal yer altılara iniş vuku buluyor. Sergi izleyenlerinin portföyü ise dikkatimi çekiyor. Toplumun her tabakasından yoğun bir ilgi ile izlenen sergi; sanatçının beslendiği, açığa çıkardığı, görmezden gelmediği toplumsal katmanlara ne kadar yaklaştığını ve sanatçının farkındalık yaratmaya çalıştığı zümreye ne denli ulaştığının bir göstergesi. Sırça köşkler içerisinde sanatı tüketen, toplumdan steril edilmiş insan kalabalığı bu sergide farklı eklemlemelere ve kırılmalara maruz kalıyor. Türbanlı, varoş, aydın, şiddet görmüş, temizlik işçilerinin vb. bir telefon kulübesini andıran bu plakalara girerek uzun süre bu haberleri okuduğuna, yorumlar yaptıklarına ve bu haberler üzerine konuştuklarına şaşkınlıklarla tanık olmak mümkün. İpek Duben ile birlikte yaşadığımız şaşkınlık bir süre sonra mutluluğa ve umuda dönüşüyor. Türkiye’de sanatı üreten- tüketen arasında oluşan kırılganlıkların, üstünlük savaşının bu sergide yok olması ülkede yaşanan tüm travmalara rağmen hala önemli adımların atılabileceğini gösteriyor. Adeta mekanda bulunan minik ampulün altındaki o sembolik küçük sorgu masasında sanatçının realitesi tartışılır boyutlara taşınıyor. Sanatçı; realiteden beslenerek bu realite kaynaklarına sırtını dönmemiş, sonuç olarak hedef kitlesine ulaşmıştır. 
                   “LoveBook” yerleştirme mekanından bir kapı aracığıyla farklı bir mekana geçiyoruz. Bu mekan ilk anda oldukça neşeli, enerji dolu bir etkiye sahip. Mekan çok renkli, kırmızı rengin ve ışığın etkisi yoğunlukla hissediliyor. Mekan aynalı bir top ile bir eğlence mekanına dönüştürülmüş. Davetkar, tehditkar ve eğlenceli. Mekanla var olan bu yerleştirme de ses unsuru sergi tüketicisini çağırır nitelikte. Yüksek sesle Amerikan ve Türkçe aşk şarkıları tüm sergi mekanına yayılıyor. Mekanın tam ortasında bir rulet masası var. Bu masa sanatçı tarafından özel olarak tasarlanmış. Bir adet mutfak tepsisi, mutfak tavası ve bir çocuk oyuncağı parçasından yapılan masa “LoveBook” yerleştirmesinin devamı. Bol ışıklı rulet masasına yakınlaştığınızda rulet pullarının üzerinde farklı ölüm şekillerinin varlığı dikkat çekiyor. Bu oyun bir anlamda bir ölüm oyunu. Buradaki kahramanlar bir önceki odada cinayeti işleyenler ve onların kurbanları. “LoveBook” taki hikayelerde adlarını okuduğumuz kurbanların fotoğrafları rulet masasının içerisinde yer almakta. Sergi izleyeni isterse bu ölüm oyununa tanık olma şansına sahip. Sanatçının ölümü bir oyuna dönüştürmesinin en önemli nedenini yine toplumsal katmanlarda aramak gerekiyor. Duben; burada reel hayatta da ölüm ile bir oyun gibi oynandığını ve toplumsal katmanda her bireyin de bu rollere her an girebileceğinin mesajını veriyor. Sergi izleyeni de bu katmanda bir rol üstlendiğine göre bu ölüm oyununa biz de dahil olmuş oluyoruz. Şiddet göstergelerini simgeleştiren pullar yoluyla izleyen istediği bir kareyi seçerek, bu acı oyuna tanık ya da dahil olma hakkına sahip olabiliyor. Bu oyun aslında özgür arenada yapılan protest bir oyundur. Duben’in diğer işlerinde de her zaman var olan yüzleşme dürtüsü “LoveBook” ve “LoveGame” de ivmesini daha keskinleştirmiştir. 
                    LoveGame (2001) yerleşkesinden tek kapı izleyeni “What’s aTurk” ( 2003) video mekanına ulaştırıyor. Duben; “LoveBook” ve “LoveGame” ile toplumun bir parçasına yönelik yaptığı toplumsal sorguyu “What’s a Turk” (2003) ile toplum geneline yayıyor. Sanatçı; video yerleştirmesinde kültürel ırkçılık, içeri-dışarı ya da iki yerde de olma sorunsalını tartışırken izleyenlere de Biz Neyiz?, Biz Kimiz? sorusunu soruyor. Bu soruların cevabı ise izleyenlerin şaşırtıcı deneyimler kazanmasını sağlıyor. Video çalışması ve duvarlara yerleştirilen kartpostallar birbirleriyle tamamen ilintili. Bu çalışmada ironik, tartışmaya açık, bazı noktalarda gülümseten, toplum geneline yayılan bir yüzleşme ile karşılaşılıyor. Sanatçı; 1778-1997 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’yi ziyaret eden bazı aydın, gezginlerin Türk’ler hakkında edindikleri izlenimleri arşivlemiş. Bu izlenimlerin çoğu ırkçı önyargıları barındıran, pek de olumlu olmayan sözler içeriyor. Sanatçı bu yorumları Batılı yazarların kitaplarından hiç değiştirmeden kullanmış. Kartpostalların bir yüzünde bu yorumlar, diğer yüzünde ise; İstanbul’dan farklı insan manzaralarını gösteren fotoğraflar yer almakta. Bu fotoğraflarda herhangi bir toplumsal ayrımcılık yapılmadan toplum geneline ışık tutulmuş. Zengin, fakir, okumuş, cahil, ev hanımı vb. birçok Türk tabakası fotoğraflar aracılığı ile izlenebiliyor. Bu fotoğraflar aslında toplumun, medeniyetin izlerini sürüyor. Video yerleştirme ise; bu kartpostalları destekleyen önemli bir basamak. Duben; kartpostal arkalarında kötümser Türk yargıları acaba şimdi değişti mi? sorusunu soruyor. 19.yüzyıldan itibaren Türkler üzerine yapılan yargısız infazlar, edinilen kötü intibalar 21.yüzyılda ne oranda değişti? Videoda seçilen kişiler ise; İstanbul’da birkaç aydan birkaç on yıla uzanan sürelerde yaşamış olan Avrupa’lı, Amerika’lı, Avusturya’lı ve diğer yabancılardan oluşuyor. Sanatçı sergilediği kartpostalları yabancılara seçtirerek yorum bekliyor. Onlar bu kartpostallardan yola çıkarak kendi kodlarını çözmeye başlıyorlar. Ve anlatıyorlar. Sanatçı; diğer işlerinde olduğu gibi burada da bir belgesel sunuyor bize (3). 
                 Geçmiş geçmişte mi kaldı? Yoksa geçmiş 21.yüzyılda da hala aynı geçerliliğini koruyor mu? Geçmiş-gelecek sorgusu da denilebilecek bu yerleştirme yine aynayı kendine tutmak, yüzleşme, kimlik kavramlarını kurcalıyor. Sanatçının sergide yer alan son işi ise; “Farewell My Homeland” (2004). 
                     Bu yerleştirmeye ulaşmak tedirginlik veren ince bir koridor ile sağlanıyor. Koyu renk duvarlar izleyen için yine bir sorgu ya da tanıklık sürecinin başladığını haberdar ediyor. “Farewell My Homeland”’de sanatçı; kumaş üzerine aktarılmış siyah-beyaz mülteci fotoğraflarını tahta bir valiz içerisine yerleştirdikten sonra sınır tellerini simgeleyen bir kapakla kapatmış. “Manuscript”de olduğu gibi sanatçı burada da bir sanatçı kitabı hazırlamış. Bu kitap oldukça özgür. Tüm sınırları kolaylıkla geçebilir ve özgün. Kitap 2007 yılında önce İstanbul Borusan Galerisi’nde, sonra Munson-Williams- Proctor Müzesi’nde sergilenmiş. Seçkide yer alan video yerleştirmede ise; aynı mekanda yerde sergilenen sanatçı kitabının içerisindeki mülteci hikayeleri yer almakta. Amerika ve Türkiye’de yayınlanan gazete haberlerinin taranması ile elde edilmiş 223 adet fotoğraf, tarihsel bir süreci tüm realitesi ile gözler önüne seriyor. 1912’de Balkan savaşları ile başlayan ve yirminci yüzyıl boyunca Hindistan, Pakistan, Viyetnam, Meksika, Gaza, Kosova, Almanya, Çin, Rwanda, Rusya, Azerbeycan,Ermenistan, Arnavutluk, Sudan, Irak, Aganistan gibi birçok ülkede yaşanan. zorunlu göçler, savaşlar, ırkçılık, açlık, inanç pazarı, etnik kimlik hesaplaşmaları nedeniyle yersiz yurtsuzlaşan insanın dramı Duben ile görsele akıyor. Sanatçı; videoda bu kitabın sayfalarını açıyor ve bize sunuyor. Bu sunuşlarda tüm mülteciler belirli hareket noktalarında sunuluyorlar. İnsanlar ya mülteci kamplarındalar ya da bölgesel geçiş anında hareket halindeler. Video’da bu fotoğrafları destekleyen akan metin sayesinde her birey izleyenlerle konuşuyor (4).
              Bu kez sanatçı sınırlara uzanıyor ve kimlik, ırk, sınır, azınlık, yani mülteci dramını bize yine görmezden geldiğimiz realiteden beslenerek adeta çarpıyor. İpek Duben yıllarca ABD ve Türkiye arasında yaşadığı kültürel donanımı ve ikilemi çift kültürlülüğü ile birleştirmiştir. Sanatçı kimi zaman kültürel kararsızlığı, etkileşimi kendi içselleşen ve dış dünyadan arınmış bedeniyle ikilem yaşadığı topluluğa, kendine özgü anlatım dili ile anlatmaktadır. Duben, yıllar içerisinde yol aldığı sanatsal çizgisinden bir seçki olarak sunduğu sanatçı kitapları ve yerleştirmelerinde genel çerçevede gizli klişelere yer vererek topluma duyarsız kalmayan bir tavır takınıyor. Özellikle son çalışmalarında taradığı medya araçları ( gazete haberleri, belgesel fotoğraf kullanımı vb.) toplum bazında düşünüldüğünde bu amaç için takip edilebilecek en önemli sorgulama yolu denilebilir. Duben’in çalışmalarının tümünde ruhsal, bilişsel katmanları yoğun bir zenginlik içerisinde yaşayan ve bu zenginliği sanatının tüm adımlarına sindiren perspektifi dikkatleri çekmekte. Duben seçkileri bize insan olmak, birey olmak ve kimlik sorununu sorgulatıyor. Bu sorgulama sürecinde kimi zaman korkunun, kimi zaman endişenin, kimi zaman hissettiğimiz acının dozu bilinçli olarak arttırılıyor. Sanatçının dünyaya atılmış keskin, görmezden gelmeyen, eleştirel ve farkındalık yaratmayı dert edinmiş çizgisi tutarlı bir kararlılıkla sanat serüveninde gelişerek ilerliyor. Mekana yayılan, mekanla bütünleşen, mekanıyla var olan yerleştirmeler izleyen üzerinde şaşırtıcı bir etki bırakıyor. Sergi sonunda biraz acı, biraz dehşet, biraz hüzün duyguları içerisinde sanatçının vermeye çalıştığı bireysel ve toplumsal farkındalığı ruhumuzun en derininde hissedebiliyoruz. Ve yaşam denilen süreklilik içerisinde var olan sosyal erozyonlar, göç, sınır, ekonomik taleplerle şekillenen aidiyetsizlikler ve belli bir mekana, toprağa, bireye ait olduğunu sanan kimlikler üzerine büyük bir hesaplaşmaya giriyoruz…


(1) Başak Şenova, Serginin Mekansal Tasarımı Üzerine Kısa Bir Rapor, İpek Duben Sergi Kataloğu: 129(2) Sanatçı ile yapılan söyleşi ve sohbetlerden alıntı.(3) Ben göçmen bir ülkeden geliyorum. Herkes Amerika’lı olabilir. Avrupa’lı olmayı zorlaştıran nedir bilmiyorum. Amerikalı Olaylarda neden sonuç ilişkilerine kendi bildiğim mantıktan yola çıkarak bakıyorum. bir şeyler dönüyor, beklediklerim olmuyor, bir sistem var ama ben bunu anlamıyorum. Türk kültürüne yaklaştıkça daha az anladığımı görüyorum. AlmanTürklerin İngiliz dilini konuşanlar gibi bir işin bitimiyle ilgilendiklerini düşünmüyorum. Türkçe’nin yapısından kaynaklanıyor olabilir. Joe Pierce, 1964 (4)… Türkiye’de 8.000 mültecinin yüzde 82’si İran’dan. Her an gitmeye hazır gibi bavulları kapıda bekliyorlar. 12 yıl bekleyen bile var. Kalmak ve gitmek arasında geçirdikleri yaşamlarını “sevmek zorundayız” diye anlatıyorlar. Umay Aktaş, Türkiye,21 Ocak 2007……….In October 1995 Sallay Goba waz stripped naked and sexually assauled. “I begged them to kill me. İnstead, they cut off my hands with machetes” she said. They tied her hands to her elbows with string and told her to take this “message” to Bo, in the South of Sierra Leone….. Refuges: Human Rights Have No Borders Al ındex: ACT 34/03/97…Rusya aralık sonuna kadar Inguşetya’daki tüm kampları kapatacak. Tehditler karşısında kimi mülteciler eşyalarını toplarken, bazıları da savaştan harap olmuş Çeçenya’ya dönmek istemiyor. 300.000 civarında Çeçen Rusya’ya karşı bağımsızlık hareketi sonucunda evlerinden yurtlarından edildiler… Radikal, 17 Aralık 2002…


* Bu yazı SANAT DÜNYAMIZ Eylül-Ekim 2010 Sayı:118 sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder