TÜRKİYE’DE SANAT YAZINI ÜZERİNDEN
BİR KOLEKSİYONERLİK ANALİZİ*
“Milyarder olmak için resim satın alınız.”
Jean
Paul Crespelle
EBRU
NALAN SÜLÜN
20. yüzyılın başında Fransız gazeteci ve yazar Jean Paul Crespelle’ın
“Milyarder Olmak İçin Resim Satın Alınız.” başlıklı yazısı Hasan Kavruk
çevirisi ile Türkiye’de yayınlandığında yıl henüz 1968 idi1. Türkiye’de
1968 yılında yayınlanan bu yayının yarattığı sarsıcı etkiyi algılayabilmek 1950
sonrasına gitmeyi gerektirir.
Demokrat Parti’nin 1950 yılından sonra iktidara gelmesi ile özel galeri,
banka sayısındaki artış önemli bir değişimin habercisi idi. 1946 yılında İsmail
Hakkı Oygar’ın ve 1950-55 yılları arasında Adalet Cimcoz’a ait Maya Sanat
Galerisi’nin yarattığı sanat piyasası algısı bu değişimin ilk basamaklarıdır.
1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’de yaşanan ekonomik ve sanatsal gelişim sonrasında
özel
imalat sanayisi hızla gelişiyor, banka sayısı artıyor, bankalar sanata katkı
sağlamaya başlıyor, galeriler açıyorlardı. Özel galeri sayısındaki
artışın gerçekleşmesinde 31 Aralık 1960 tarihinde kabul edilen 6 Ocak 1961
tarihli 10700 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Gelir Vergisi Kanunu’nun etkisi
büyüktür. Kanunda yer alan vergi indirimi sermaye sahiplerinin elindeki sermaye
birikimini artırarak sanat eseri alımına ilgiyi sağlamıştı.
1969 yılında kurulan Vehbi Koç Vakfı; eğitim, sağlık, kültür-sanat
alanlarında faaliyet gösteren ilk vakıftır. 1960’lı yılların sonlarında kurulan
vakıf aracılığı ile Koç ailesi pek çok araştırma enstitüsü kurmuş, ilk özel
koleksiyon müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi’ni de izleyenlere açmıştır. Vakfın
kurulmasında bir yıl önce yayınlanan J.P.Crespelle’ın makalesinde Türkiye’de
1970’li yıllardan sonra yaşanacak özel sermaye-sanat diyaloğunu
cesaretlendirecek detaylar mevcuttur: “…1945 yılında 20.000 franga (600 TL)
kolaylıkla satın alınabilen Buffet, şimdi 6 milyona (180 bin TL) müşteri
buluyor ve bir Vlaminck, dört yıl öncekinden dört milyon fazla ediyor…Tablo
alım satımı zamanımızın en karlı işlerinden biri olmuştur. Altından daha emin
bir kıymet. 1900 yılında 500 frank değer bulan Cezanne bugün 300 milyon frank’a
satılıyor”. Sanat tarihinde II.Dünya Savaşı’ndan sonra ivmesini artıran dünya
sanat piyasasının gündemine ışık tutan Crespelle’in bir reçete gibi sunduğu
piyasa rehberi Türkiye’nin 1990 sonrasını referanslar bir nitelemeye sahipti: “…Günümüzde
“La Peau de I’ours” misali pek çok amatör şirket mevcuttur. Ekonomi yönünden
resmin bu derece büyük bir kıymet kazanmasının nedeni alışılmış borsa
oyunlarından değişik bir karakteri olmasındandır. Son dünya savaşından bu yana
, resim emin bir kıymet sığınağı olarak kabul edilmiştir. Devalüasyon halinde
altından daha hızlı yükselmektedir. Pratik olarak hazinece düşürülmeyen bir
zenginlik kaynağı olarak kabul edilmektedir. 1945-46 yıllarında 20.000 frank’a
rahatlıkla elde edilebilen bir Buffet’i New York’taki son bir satışta 6 milyon
eski frank’ı aştı…Galerilerin çoğalması genç ressamlar için yepyeni imkanlar
sağlamaktadır. Bunlar arasında hala açlıktan ölme derecesinde olanlar var ise
de bu sanatçıların eserlerinin son derece orijinal olmasından ileri
gelmektedir. Tablo alıcılarının tüm gayesi hiç tanınmamış fakat ileride çok
büyük bir isim yapabilecek genç ve istidatlı ressamların eserlerini toplamaktır.
Bugün Fransa’da en az 40 bin ressam vardır…Birçok tablo satıcısı bir maden
keşfetme çabası içerisinde ihmal edilmiş, atölyelerde yığılı kalmış, meçhul
veya takdir edilmemiş eserleri
aramaktadır”. Crespelle, aynı
makalede genç sanatçıların tercih edilme nedenleri üzerine de yorum yapar: “…Koleksiyonerlik
için büyük bir yatırıma ihtiyaç yoktur. Bir genç tuval 500 ila 1000 frank
(1500-3000 TL) değerindedir. Büyük sanat galerileri isteyenleri taksite de
bağlayabilmektedir. Altı ay, dokuz veya on sekiz ayda ödenmek üzere satın
alınan bir buzdolabı, çamaşır makinesi gibi bir tablo da alınabilir. Buradaki
fark mühimdir: Sözü geçen cihazlar zamanla yıpranma ve eskime sebebiyle
değerinden kaybettiği halde bir resim zamanla değer kazanır. Yeni sanatçıların
eserlerini teşhir eden bir galerinin müdürü şu reçeteyi vermektedir: Şayet bir
milyon emrinize amade ise, gençlerden yirmi tuval satın alınız. On yıl sonra
koleksiyonunuz on milyon edecektir. Değerinden kaybedecek olan tablolar olacak
muhakkak fakat elinizdeki eserlerden iki, üç veya dört tanesinin muvaffak
olması kafidir” 1.
Türkiye’de 1968 yılında yayınlanan bu metin adeta Türkiye’de 2000’li
yıllarda gelişen koleksiyonerlik algısına ışık tutmaktadır. 2000’lere dek
gelişen sanat piyasasında 1970’lerde büyük şirketler arasında yaygınlaşmaya
başlayan vakıflaşma süreçleri ve sanatın özelleştirilmesi sorunu ivme kazanarak
devam etmiştir.
1970’li
yılların sermaye ithalini kolaylaştırıcı nitelikteki serbestleşme hareketi,
işçiler, müteahhitler ve bankacılık hizmetlerinin dışa açılımını sağlamış, artık bir sanat
piyasasından söz edilir olmuştur. Galericilik ve koleksiyonculuk bu yıllarda
hızlı bir ilerleme göstermiş, yeni açılan özel galerilerin, belirli sanatçılar
çevresinde küçük çapta da olsa bir koleksiyoner ilgisi doğmasında etkisi büyük
olmuştur. Galeriler, 1975 sonrasında sanat alıcısının profilini de değiştirir.
Artık, alıcı kesim devletten burjuvaziye doğru kaymaya başlamıştır. Şirketlerin
üst düzey yöneticileri gibi varsıl bir kesim, sanat yapıtını birer yatırım
aracı olarak görmeye başlamıştır 2.
Aynı dönemde yayınlanan sanat dergilerinde yayınlanan yazılarda da özel
sektörün sanata yakınlaşmasını talep eden bir yaklaşım mevcuttur.
1970’lerin sonuna doğru Türkiye’de
yeni yeni şekillenen sanat piyasasındaki yazınlar sanat yatırımcısını
cesaretlendirici nitelikleri de barındırır. Nitekim; bu dönemde özel
galerilerin sayısında da hızlı bir artış kaydedilmektedir. Artık, çok daha
fazla sanatçı, sanatını farklı mecralarda sunma imkanını kazanmaya başlamıştır.
Bankaların sanat eserleri alımına ilgi duyması, koleksiyon oluşturma gayretleri
ve bu gelişimlere paralel olarak sanat yazarlarının piyasa algısını güçlendiren
yazıları Türkiye’de oluşan sanat piyasasının en önemli yapıtaşları halini
almıştır. Fakat; Ahmet Köksal’ın 1978 yılında ifade ettiği üzere toplumda henüz
bilinçli-eğitimli bir koleksiyoner profilinin oluşmadığı görülmektedir. Köksal,
bu durumu devlet kuruluşlarının görsel sanatların yaygınlaştırılmasında bir
sorumluluk almamalarına bağlar: “…Devlet kuruluşları görsel sanatların
yayılmasında bir görev üstlenmemiş, Türk resminin tanıtılmasına yeterli olanak
sağlamamışlardır. Bugün İstanbul gibi dört milyonluk bir kentte Resim-Heykel
Müzesi kapalıdır. Görsel sanatlarla ilgili yayınlar son derece sınırlıdır.
Ortaöğretimde resim tarihimize yeterince yer verilmez. TV sergilere gereken
önemi göstermez…Yaptığımız araştırmaya göre, yurdumuzda yılda on, on beş resim
satın alan bilinçli koleksiyoncu sayısı elli kişi dolayındadır. Bunların
dışında rastgele resim alanların sayısı ise ancak beş bini bulur…”3
Köksal’ın 1978’lere dair çizdiği Türkiye profili 1980’ler ile birlikte
farklı bir boyuta taşınacaktır. Türkiye 1980’li yıllarda Turgut Özal
hükümetinin iktidara gelmesi ile yabancı sermaye ile daha yakın bir temasa
geçmiştir. Büyüyen şirketlere paralel olarak gelişen reklam sektörü ve tüketim çılgınlığı yeni bir
dönemin habercisidirler. 1980’lerin sonuna doğru artan yabancı sermaye girişi
Türkiye’nin sosyolojik ve sanatsal kodlarında da dönüşümü sağlamıştır.
1980’lerin ortasında “Özal Liberalizmi” olarak da nitelendirilen yeni dönem 1987’de
yine özel bir girişim olan İstanbul Bienali’nin küresel algısı ile dönüşmeyi
sürdürür.
1990’lara gelindiğinde sanat yayınlarının sayısındaki artış sanat
sektörünün büyümesi ile paralel ilerlemektedir. Fakat sanat ortamına dair
yazılan sanat metinlerinden anlaşıldığı üzere bilgi ile yenilenen ve öğrenilen
bir piyasa algısının yerine gündem yaratacak oluşumlar mevcuttur.
1991 yılında gerçekleşen Körfez Krizi, ekonomik dengeleri riskli bir ivmeye
taşımıştır. Bu süreçte yaşanan ekonomik kriz sanat piyasasını etkilemiş, sermaye
sahipleri riski az yatırımlara yönelmişlerdir. Bu dönemde pek çok galeri kapanırken
pek çoğu da yeni bir galericilik anlayışı ile sanat piyasasında yerlerini
almıştır. Merkez Bankası Koleksiyonu’nun ardından koleksiyon sahibi bankaların
da çoğu koleksiyonlarını sergilemeye ve kataloglayarak yayınlamaya
başlamışlardır. Artık izleyenler ve koleksiyonerler sanat eserlerine
ulaşabilmenin yanında koleksiyonları tanıma şansına da erişmiş olurlar. Zamanla
sanat ekspertizi, danışmanlık ve sponsorluk sorunları da gündeme getirilerek
paralelinde bilinçli sanat piyasası için yapılması gerekenler tartışmaya
açılır.
Lütfiye Kalaycı’nın 1998 yılında yaptığı değerlendirme dönemin değişen
dengelerini öne çıkarması açısından önemlidir: “…Ülkemizde gerek sanat
alıcıları gerekse bir kısım galeriler bilir kişi ve danışmanlık hizmetlerinin
eksikliğinden şikayet etmektedirler…Ülkemizde bu ihtiyaca cevap verecek
nicelikte ve nitelikte sanat danışmanlığı yoktur. Avrupa’da sanat danışmanlığı
kurumsallaşmış bir biçimde bu piyasada yerini çoktan alırken bizde henüz
fiziksel varlığı bile söz konusu değildir.Ayrıca gerek tarihi sanat eserlerinin
gerek çağdaş sanat eserlerinin fiyatlarını tespit edecek bir otorite kurum
yoktur. Bazen de sanatçılar kendilerine fiyat yakıştırmaktadırlar. Bu da piyasa
açısından yanlış bir yöntemdir. İşte bu noktalarda ülkemizde Sanat Ekspertizi
ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. ..Sponsorluk konusu da bir sorundur…Sanat
piyasasının sanat borsası niteliği kazanması için gerekli çalışmalar yapılmalı,
sanat piyasası kurumlaşma sürecini tamamlamalıdır…” 4
1990’ların sonunda büyük ölçekli şirketler ve holdinglerin sayısındaki
artış 1980’ler ve 1990’larda şekillenen koleksiyonerlik bilincinin öncelikle
yatırımı odağına alan bir mantıkla ilerlemesinde etkendir. Bu paralellik ile Türkiye’de
2000’li yıllara doğru var olan sanat yazınında pek çok yazarın ekspertiz ve
eleştiri sorununu gündeme getirdiği izlenmektedir. Murat Mıhçıoğlu, ekspertiz ve eleştirinin
neden gerekli olduğunu yazar: “…Bu piyasanın bütünüyle istikrar kazanması ve
genişlemesi için yapılacak şey açık: sanata yatırım yapan insanları objektif
ekspertiz çalışmaları ve subjektif eleştiriler doğrultusunda bilinçlendirmek…Ekspertiz
ve eleştiri, sağlıklı bir sanat ortamı ve piyasası için elzemdir. Ekspertiz,
verili bilgiye dayalı tespiti baz alır ve kişisel yargıyı dışlar. Dolayısı ile
subjektif nitelik taşır. Eleştiri ise; sanatsal üretime yorum bazında yaratıcı
katılım sağlayan mekanizmadır…”5
2000’lere doğru sanat yazınında var olan gündemin günümüze dek yaşanacak
olan dönüşümlerin habercisi olduğu izlenebilmekte. Türkiye’de sanat yazını
üzerinden koleksiyonerlik takip edildiğinde yakın geçmişte ülkede gelişen
piyasa algısının ne denli hızlı değiştiği, yol aldığı görülebilmektedir. Henüz
1998 yılında koleksiyonlarda genç sanatçıların yokluğu, ekspertiz ve sanat
eleştirisi sorununun çıkmazları sanat yazılarında tartışılırken günümüzde, Contemporary
İstanbul’un her yıl kazandığı ivme, değişen genç ve bilinçli koleksiyoner
profili ve onların verdiği röportajlar, küratöryel koleksiyon sergileri, açılan
yeni sanat kurumları ve onların global sanat projelerinin direnç noktaları
gündemi oluşturmakta. Örneğin; 25 Mart’ta Marcus Graf küratörlüğündeki Proje 4L
Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nde açılan “Genç Koleksiyonerler” seçkisi gelişen
yeni sürecin bir örneği olarak izlemeye değer…6
KAYNAKÇA
1) Crespelle, Jean Paul (1968), “Milyarder Olmak İçin Resim Satın Alınız”,
(Çeviri: Hasan Kavruk), Ankara Sanat,
1 Haziran, sayı: 26, s.12-13.
2-
Pelvanoğlu, Burcu (2009), “1980
Sonrası Türkiye’de Sanat: Dönüşümler, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Danışmanlar: Zeynep İnankur-
Ali Akay, s.19.
3-Köksal, Ahmet (1978), “Yeni Sezona Girerken: Resim Satışları Arttıysa da
Türkiye’de Henüz Resim Piyasası Oluşmadı”,
Milliyet Sanat, 18 Eylül,
sayı: 289, s. 18-21.
4- Kalaycı, Lütfiye (1998), “Türk Sanat Piyasasının Mevcut Durumunun
Değerlendirilmesi”, Türkiye’de Sanat, Kasım/ Aralık, sayı: 36, s. 50-55.
5- Mıhçıoğlu, Murat (1998), “Sanat İdeası ve İdeal Resim Piyasası Üzerine”,
Türkiye’de Sanat, Kasım/ Aralık,
sayı: 42- 47
6- Proje 4 L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi, bu serginin ilkini 20.03.2014/ 07.05.2014
tarihleri arasında yine aynı başlıkla Burcu Pelvanoğlu’nun küratörlüğünde
gerçekleştirmişti. Bu yıl da yine benzer tarihlerde ve aynı başlıkla
izleyenlere sunulan seçkide izlenen bu tavır da dikkate değer bir tutarlılığa
sahip.
* Bu yazı ARTAM Global Art&Design, sayı: 33, 2015, özel yaz sayısı, syf:76-83 yayınlanmıştır.
.