Sayfalar

13 Şubat 2013 Çarşamba


(TÜRK HEYKEL SANATI DOSYASI)

          1- Türkiye’de Cumhuriyet Öncesi Dönemde Heykel Dinamikleri

                                                                                                Ebru Nalan Sülün



Heykel Sanatı; sanatsal ve toplumsal boyutta etkileşim çemberini çoğunlukla dinamik tutan, tüm sanat kolları içerisinde aslında bireye kamusal alanlar sayesinde en yakın duran, bu nedenle de bireysel tepkilere en çok hedef olan sanat dallarından birisi olmuştur. Coğrafya olarak Türkiye söz konusu olduğunda ise; belleksizlik, heykele karşı toplumsal farkındalığın azlığı, inanç, geçmişten günümüze ulaşan ve alışkanlık haline gelmiş davranış modelleri, toplumun heykele karşı duyarsızlığına sebep olmuştur. Bu yazı dizisi ile son yıllarda daha da görünür olan heykel yarışmaları, genç heykeltıraşların sergilerde izlenen başarıları, toplumsal boyutta ve medyada oluşan heykel dinamiği nedeniyle adı sıklıkla anılan heykel sanatına bellek oluşturma sürecine katkı sağlamak amaç edinilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki batılılaşma süreci ile başlatılan sanat tarihsel inceleme kapsamında; Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarında yabancı heykeltıraşlar ve anıt heykel, Cumhuriyet Dönemi’nde heykelin batılılaşma süreci ve sanatçı dinamikleri, Rudolf Belling Dönemi, Belling Sonrası Dönem, Türkiye’de bu dönemden günümüze dek gelişen farklı heykel üslupları ve güncel sanatta öne çıkan genç heykel sanatçıları incelenecektir.
C.F.Fuler-Sultan Abdulaziz- 19.yüzyıl

yervant osgan- naile hanım büstü- alçı- 56x47x38 cm.istanbul resim ve heykel müzesi (1)

isa behzat-sakallı adam-alçı-68x47x35 cm.-istanbul resim ve heykel müzesi

Heykel sanatı hakkında Ali Teoman Germaner der ki; “ Nedir yontu sanatı?...Sözel dilin yeterli olamadığı, geçerli olamadığı yerde, görsel koşullara, kendine özgü olanaklara ve maddenin özelliklerine dayanarak, çoğu kez dondurulmuş bir zaman diliminde, sınırsız zamana uyabilen, özgün, gelişmiş bir iletişim aracıdır yontu sanatı. İnsandan iletir, insana iletir, özünde insanca iletir. Sınırlı zamandan sınırsız zamana iletir” (1).
Bu tanımlama ışığında Türklerin tarihsel süreçte heykel sanatıyla ilişkisini sorgulamak gerekirse; bu ilişki çok eski tarihlere götürülebilmektedir.
Devlet ve millet olarak Türk adını ilk kullanan Göktürkler’in büyük kahramanı Kültigin adına Orhun Vadisi’nde yapılan ve 1958 yılında Çekoslovak Arkeoloji Enstitüsü’nden Lumir Jisl başkanlığındaki kazılarda ortaya çıkarılan mezar anıtında bulunan heykeller, bu ilişkinin bir anlamda başlangıcıdır. Özellikle Külltigin adına dikilen ve birer portre özelliği taşıyan balballar, Göktürk heykel sanatının karakteristik örnekleri olarak değerlendirilmiştir. Göktürkler’den sonra Uygurlar da, Göktürkler’in balbal heykellerine dayanan heykeller gerçekleştirmişlerdir ve gerek insan gerek hayvan figürlerinde o güne değin görülmemiş bir gerçekçilik sergilemişlerdir (2). İslamiyetin kabulünden sonra Emevi dönemi’nde de Helenistik sanatın doğu versiyonları olarak nitelendirilen bazı insan ve hayvan figürü taş yontularına rastlanabilmektedir. Anadolu Selçuklu yapılarında görülen bazı figürlü rölyefler ise tipik olmayan örnekler olarak değerlendirilmiştir (3). Örneğin; Wendy Shaw da 19.yüzyılda Avrupa’lı gezginler tarafından tamamen yağmalanmadan önce, Konya surlarında Selçuklu kabartma heykellerinin yanı sıra Helenistik tarzda yapılmış bir çıplak erkek heykeli bulunduğunu yazmaktadır (4). Bilindiği üzere Kur’an’da tasviri açıkca yasaklayan bir buyruk olmamasına karşın puta tapmaya değinen ayetler tüm tasvir biçimlerinin yasaklanması şeklinde algılanmış ve İslam sanatının soyut bir biçim dili benimsemesinde etkili olmuştur (5).
Osmanlı Dönemi’nde ise; Kanuni Sultan Süleyman (1520-1562)’ın Mohaç Seferi’ne katılan Sadrazam İbrahim Paşa, Budapeşte’de görüp sevdiği üç tunç heykeli İstanbul’a getirmiş ve Sultanahmet’teki sarayının önüne koydurmuştur. Frenk lakabıyla da tanınan İbrahim Paşa, bu nedenle ağır eleştiri ve hicivlere uğramıştır. İbrahim Paşa, heykel sevgisini halka ne yazık ki kabul ettirememiştir. 1536’da idamının nedenleri arasında sayılabilecek bu girişimi Osmanlı’nın heykele olan yaklaşımına referans veren bir gelişmedir. 
Heykel sanatının resimden daha büyük tepkilere maruz kalmasında heykelin puta daha çok benzemesi ve yere gölge düşürmesi etkili olmuştur. Osmanlı Dönemi’nde 15.yüzyılda heykelin yer bulduğu; soyut, şematik, geometrik unsurlar taşıyan çeşme formları, mezar taşları, mimari eserler 18.yüzyılda yerlerini rokoko üslubuna bırakırlar. 18.yüzyılda hızlanan diyaloglar 19.yüzyılda oluşacak batı etkileşimlerinin de oluşmasında zemin oluşturur.
Sultan Abdulaziz (1830-1876) C.F.Fuller adlı heykeltıraşı İstanbul’ a getirterek at üzerinde küçük boyutlu bir heykelini yaptırmıştır. Münih’te döktürülen bu ilk heykel bir meydana dikilmedi. Padişah bunu Beylerbeyi Sarayı’na koydurttu. Minyatür türü resimlerin kitap sayfaları arasına gizlenmesi gibi ilk heykel de henüz halkın görebileceği bir yere yerleştirilememişti. Saray duvarları arasına saklanmıştı.
19.yüzyıl içinde yaptırıldığı bilinen atlı Abdülaziz heykelinin, Avrupa geleneklerini anımsatan bir düşünceye bağlı bulunuşu, modern anıt sorununun gerçekleşme koşullarını yansıtmıyordu. Bu konu; anıt alanında ulusal bir amacın gerçekleşme zorunluluğunu taşır. Nitekim Abdülaziz heykeli; halkın gözü önüne koyulmuş değildi. Bu bakımdan tümüyle özel bir amaca dönük olduğu belli idi. Dolayısıyla, 19.yüzyıl içinde İstanbul yada Türkiye’nin herhangi bir yerinde arslan, boğa, geyik vb. hayvan figürlerinin dışında, figürlü heykel plastiğinden söz edilemez. Anıt plastiğinin ulusal amaçlara dönük bir şekilde gerçekleşmesi Cumhuriyet’in ilanından sonradır ve bu sorun özü bakımından giderek heykel sanatçılarının plastik kaygılarını özgün bir gelenekle bağdaştırdıkları ve bu yoldan Avrupa etkilerini yansıtan anıt plastiğinde köklü bir atılım yapmayı amaçladıkları aşamalara kadar ulaşmıştır (6).
19.yüzyılın sonlarında var olan toplumsal dinamikler içerisinde heykel sanatına yönelik eğilimlere verilebilecek farklı kanıtlar da mevcuttur.
Ressam Guillement 1877’de ilk özel akademiyi açtığı zaman, burası sadece resim eğitimi yapacaktı. Bu Fransız hocanın özel akademisinde heykel eğitimine yer vermemesi dikkat çekicidir. Ayrıca; 2 Mart 1883’te öğretime başlayan ve resim, heykel, mimarlık, gravür dallarında öğretim yapacak Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kuruluşuna ait gerekçe yazısında ilk kadro cetvelinde Heykel Bölümü’nün adının “Oymacılık” şeklinde kaydedilmesi de ilginçtir (7).
Remzi Savaş 1882 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Heykel Bölümü’nün açılmasına dek yaşanan süreç ile ilgili şu yorumu yapar:“… toplumda din adına heykele karşı çıkma, bu dalda sanatçı yetişmesini engellemiş ve bugünkü heykel sanatımıza temel olacak uzun ve köklü bir gelenek oluşamamıştır. Şüphesiz bu dala yatkın birçok sanatçımız vardı. Mimariye bağlı taş işçiliğinde, mezar taşlarında gösterdikleri başarıyı, din engelini aşabilselerdi üç boyutlu heykellerde de gösterebileceklerdi. Bunu mezar taşlarında yasak engelini son sınırlarına kadar kullanmış olmalarından anlıyoruz. Yapıtları her ne kadar heykelin plastik sorunları ve endişeleri duyularak gerçekleştirilmiş olsa dahi, bugünkü heykel sanatımıza temel olduğu söylenemez…” (8)
Türk Heykel Sanatı’nın kaynağı Avrupa olmuştur. 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin sanatın batılılaşması gayreti ile açılması sonucunda heykel sanatında da batı öğeleri izlenmeye başlanmıştır. Osman Hamdi Bey’in öncülüğünde açılan okulda Heykel Bölümü’nün ilk eğitmeni Yervant Osgan Efendi (1855-1914) olmuştur. Osmanlı Dönemi’nde batı üslubunda heykel yapan ilk heykeltıraş olarak adlandırabileceğimiz Osgan Efendi’nin varlığı Heykel Bölümü’nün devamlılığına büyük katkı sağlamıştır. Fakat; tüm bu gelişme dinamiklerine rağmen heykel sanatı halkın fazla ilgisini çekmediği gibi tepkiler almaya da devam etmiştir. Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılışından Cumhuriyet Dönemine kadar okulda heykel eğitimi alan öğrenci sayısının azlığı da var olan sosyolojik duruşa kanıt gösterilebilir.  
            Yervant Osgan Efendi (1855-1914), 1883 yılında öğretime başlayan Sanayi-i Nefise Mektebi’nde 32 yıl eğitimci olarak var olmuştur. Ayrıca; okulun kuruluşunda da rol aldığı ve Osman Hamdi Bey’in müdürlüğü döneminde müdür yardımcılığı görevini de üstlendiği bilinmektedir. Osgan Efendi; Roma Güzel Sanatlar Akademisi’nde Enrico Becketti, Ghigi ve Venedik Rafaello Koleji’nde de G. Mazini ve Flippo della Vale atölyelerinde eğitim görür. Yervant Osgan’ın 1908 yılında emekli olana dek Sanayi-i Nefise’de hissedilen varlığı, dinamiği İlk Türk heykeltıraşların yetişmesinde dönem sanatı ve tarihi sürece sağladığı katkı, yaşadığı dönemde heykel sanatının gelişmesinde önemli bir paydayı oluşturur.
            Osgan Efendi’nin ilk öğrencileri, İhsan Özsoy, İsa Behzat, İzzet Mesrur, Mehmet Bahri ve Basri’dir. İhsan Özsoy’un  Osgan Efendi’nin teklifi ile Heykel Bölümü’ne alınışı ile artık Özsoy bölümün ilk öğrencisi olarak anılacaktır. İhsan Özsoy; 1891 yılında kurumdan mezun olur ve Paris’e gider.
            İhsan Özsoy; Paris’te Deloye’un atölyesine girmiştir. Bu sanatçıyı kendisine tavsiye eden Osman Hamdi Bey’dir. Fakat; Özsoy Deloy’un atölyesini kuru, yaşamdan uzak bir yer diye nitelendirir ve terk eder. Sanatçı; Ecole des Beaux-Arts’da Emile Arthur Soldi ve Thomas’nın öğrencisi olur. İstanbul’a dönüşünde açtığı atölye polis takibatına uğramış, halk tarafından taşlanmıştır.1897’de Arkeoloji Müzesi restoratörü olan İhsan Bey, 1908’de Osgan Efendi emekli olduğu için Sanayi-i Nefise Mektebi Heykel Bölümü’nde eğitmen olarak çalışmalarına devam etmiştir. 1914 yılından sonra İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nde görev alan sanatçı, okulun Sanayi-i Nefise Mektebi ile birleşmesi sonucunda mezun olduğu okulda görev yapmaya tekrar devam eder. Heykeltıraş İsa Behzat’da Osgan Efendi’nin ikinci Türk öğrencisidir (9).
            İhsan Özsoy (1867-1944), ve İsa Behzat (1875-1916)’ın yapıtlarından bazıları İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ndedir. İzzet Mesrur, Mehmet Bahri ve Basri gibi sanatçılar ilk Türk heykeltıraşlar kuşağını oluştururlar. Cumhuriyet öncesi dönemin bu sanatçılarından günümüze çok az sayıda eser kalmıştır. Ne yazık ki üretilen heykel örneklerinin de çoğunun nerede olduğu bilinmemektedir. amdi ve SanayHaİsa Behzat ve İhsan Özsoy’un eserlerinden bazıları İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde izlenebilir.
Bu dönemdeki diğer heykel öğrencileri; İzzet Mesrur, Mehmet Bahri ve Basri’dir. Bu sanatçıların bazı yapıtlarından örnekler Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin yayınladığı bir katalogta yer almıştır (10).
19.yüzyılda batı etkili resim sanatının bile oldukça yavaş adımlarla ilerlediği düşünüldüğünde, halkın heykel sanatını kabullenmesi ve kullanması da uzun bir zaman dilimini gerektirecektir.   Bu zaman dilimi Cumhuriyet Dönemi’ne kadar uzanır. Heykel Sanatımızın asıl gelişimi Heykel Bölümü’nden mezun olan ilk kuşağın öğrenimlerini Avrupa’da tamamlayıp yurda döndükten sonra oluşturdukları dinamik ile gerçekleşecektir. Cumhuriyet idealleri ile şekil değiştiren heykel sanatı bu dönemde belirgin bir hareketlilik yaşayacaktır.


 * Bu yazı Artist modern, Nisan-Mayıs 2011, syf: 75-78. yayınlanmıştır.









KAYNAKÇA


1-      Ali Teoman Germaner, “Heykel Sanatı”, Hürriyet Gösteri, Mayıs 1986, sayı:66, syf: 79.

2-      Aytaç Katı, Türk Plastik Sanatlar Tarihi, Eskişehir, 1993, Anadolu Üniversitesi yayınları, sayfa: 135.

3-      Ettinghausen,R.,The Man-Made Setting-İslamic Art and Architecture. The World of Islam,der.Bernard Lewis.,1976, Londra: Thames and Hudson.,syf:62.

4-      Shaw,W., Osmanlı Müzeciliği-Müzeler, Arkeoloji ve Sanatın Görselleştirilmesi, 2004,  İletişim Yayınları,İstanbul,syf:33.

5-      İpşiroğlu,M. İslamda Resim Yasağı ve Sonuçları, 1997, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, syf: 10.
           
      6-  Sezer Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı, 1996, İstanbul: Remzi Kitabevi, syf: 73.

7-      Mustafa Cezar, “XIX. Yüzyıl Türkiye’sinde Heykel Plastiği Sorunu”, Hürriyet Gösteri, Mayıs 1986, sayı:66, syf: 83-85.

8-  Remzi Savaş, “ Türk Heykeli Bugünü ve Yarını”, Türkiye’de Sanatın Bugünü ve   Yarını”, 1985, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, syf: 123-129.

9- Sezer Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı, 1996, İstanbul: Remzi Kitabevi, syf: 73.

10-Osman Hamdi ve Sanayi Nefise Mektebi, Katalog Haz.Adnan Çoker, 1983, İstanbul:     M.S.Ü.Güz.San.Fak. Yayınları



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder