Sayfalar

7 Kasım 2010 Pazar

TANIDIK BİR ÜNLEM: KİMLİKLER LÜTFEN!

Rüçhan Şahinoğlu

İnsel İnal


Ankara Cer Modern; sanattaki konformist duruşların dışında kalabilen ve çok yönlü bakabilmeyi becerebilen “Kimlikler Lütfen!” sergisini Ankara’lılarla buluşturdu.

12 Ağustos- 17 Eylül 2010 tarihleri arasında izlenen ve küratörlüğünü Fırat Arapoğlu’nun yaptığı sergiye 21 sanatçı katıldı. Sergide yer alan sanatçılar; Yeni Anıt, Tina Fischer, Şükran Moral, Rüçhan Şahinoğlu, Öykü Potuoğlu, Orhan Cem Çetin, Nancy Atakan, Mehmet Öğüt, Kardelen Fincancı, İnsel İnal, Gaye Yazıcıtunç İnal, Hülya Özdemir, Genco Gülan, Fatih Balcı, Elif Çelebi, Didem Dayı, Çağrı Saray, Konstantin Bojanov, Ergin Çavuşoğlu, Arzu Parten ve Ali İbrahim Öcal. Ayrıca; sergi açılışında İnsel İnal’ın “Masaj” ismini verdiği bir de performans sunumu gerçekleşti. Sergi; dijital baskı, heykel, ses ve video enstalasyonlarından oluşuyordu.

Serginin kavramsal vurgusu kimlikler üzerinde yoğunlaşıyor. Bu noktada; ideolojik, siyasi, etnik, cinsel, politik gibi kimlik ayrışmalarını çeşitlendirebiliriz. Küratör Arapoğlu sunum metninde serginin kavramsal duruşunu tanımlarken; “... sınıf çelişkilerinden kaçınılamaz. Aksine; bu noktada egemen bir ideoloji ve tek söylemlilik yerine, çoğulculuğa ve demokrasiye dayalı tartışmacı bir sanat ve sanat tarihinin gerekliliğini göstermek ve 1990’lardan bu yana artan bir ivmeyle devam eden Çağdaş Türkiye sanatı içerisindeki “soy kütük” ve “demokrasi” tartışmalarını geliştirmek gerekiyor…”ifadelerini kullanıyor. İşte bu noktada tartışmacı ve çok yönlü duruşu nedeniyle sergi bir kat daha önem kazanıyor.

Beden, siyaset, ideoloji, evren, kadın olmak, öteki olmak gibi kimliği var eden farklı olgulara dokunan sergi çoğulcu bakışı ile dikkat çekmekte, özellikle Türkiye’de sanatta yıllardır var olan konformist duruş düşünüldüğünde. Türkiye, tarihi geçmişi ve güncelinde farklılıklarının yanında aynılıkları ile de var olan bir ülke. Ayrıca; bu özellikleri ile de dünyada hep sorgulanan, tartışılan bir konumda oldu. İşte “Kimlikler Lütfen!” de dikkat çeken en önemli unsur da bakış noktalarındaki bu farklılıkların aynılıklarını ön plana çıkarıyor olması. Sergide yer alan sanatçılar da bu yaklaşımı güçlendiriyor. Farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden ve farklı yaş gruplarından sanatçıların aynı sorunsalı paylaşmak üzere buluşturulması bu bilinçli duruşun göstergesi. Örneğin; sergide Amerika ve Türkiye arasında oluşturduğu çift kimlikli duruşu ile Nancy Atakan, Londra’dan Ergin Çavuşoğlu, New York’tan Konstantin Bojanov, Roma’dan Şükran Moral, Washington’dan Öykü Potuoğlu’ nun sergide yer alan ifade biçimleri, yıllardır travmaya dönüşen güneydoğu sorunu düşünüldüğünde Diyarbakır’lı sanatçı Mehmet Öğüt’ün kimlik yorumu da bence sergide oldukça önemli bir öneme ve güce sahip.

Küreselleşen dünya ekseninde kültürlerarası geçişler ve aktarımlarda iletişim için kimlik bilinci gerekmekte. Tüm dünyada bu bilinç; yaşamın ve sanatın devamı için hayati önem taşımakta. Sanatta kimlik kavramının içerisinde saklı olan sermaye, sınıf farklılıkları, kadın, erkek, gay-lezbiyen, inanç faktörleri Türkiye’de az sayıda sanatçı tarafından sanatta yorumlanmıştır. Türkiye’deki politik, sosyolojik, kültürel faktörlerdeki devinimin sanattaki gelişim çizgisi ile oldukça tezat bağlantılar kurduğu da bir gerçek. Bu noktada, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren ülke içerisinde yaşanılan politik iniş-çıkışlar, ekonomik değişimler, ideolojik faktörlerdeki sorunlar, inanç sorununun politik duruşu, yaşanan devrimler düşünüldüğünde sanattaki apolitik duruşun tartışılması gereken bir sorun olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’de; 1960 devrimi sonrasında devam eden 70'li yılların siyasal bunalımları, ekonomik çöküntüsü, toplumsal bölünmeleri, siddet olayları 12 Eylül 1980'de yaşanan siyasal değişiklikle sonlandı.1980’li yıllarda ise birtakım sosyo-kültürel ve ekonomik değişim süreçleri yaşandı. Türkiye’de 1980’li yıllarda yaşanan değişimler sadece siyasi altyapıda gerçekleşmedi. Aynı dönem içinde bireylerin bilinçlerine ve kimliklerine sahip çıkma endişesi olarak da tanımlayabileceğimiz bu olgu 1990’lı yıllardan sonra oluşan küreselleşme süreciyle ortaya çıkan fark ve anlamlandırma anlayışıyla bütünleşip güçlendi. Tarih sürecinde aynı yıllarda büyük değişim geçirmiş ve dönüşüm yaşamış toplumsal kitlelerde de bu “kültürel kimlik arayışı” kavramı sıklıkla kendini göstermişti. II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyo-ekonomik yapının liberalleştiğini ve bununla bağlantılı olarak üslupların bireysel özellik kazandığını izleyebiliyoruz. Bu noktada; sanatçılar iç dünyaları ve kişisel yaşantılarına ilişkin gerçekleri ön planda tutmaya başladılar.

Türkiye’de de 1980’li yıllarda sınırları yok olmuş, çokuluslu bir iletişim ağında oluşan farklı bir duyarlılık sanat oluşumunda hız kazanıp kendine yer edindi. Bu sürecin oluşumunda; toplumsal, kültürel, siyasal sorunların yol açtığı değişimin rolü büyüktür. Çünkü; bu dönemde var olan resmi ideolojilerin tam ortasında kalan sanatçılar artık kendi yaşam alanlarını oluşturmaya başladılar. Bir nevi kimlik karmaşası içerisinde kendilerine bir yer edinme savaşı verdiler. İşte bu süreçte sanatçıların birçoğu göçmen yaşamını tercih ederek yurtdışına yöneldiler. Bu dönemde çift kimliklilik kavramının önem kazandığı sanatta, tüm bu unsurların ifade edilebileceği toplumsal ortamın var olmaması kapitalist endişelerle oluşturulan bir sanat piyasasının gelişmesini sağladı. Devletten yana olan, apolitik tavrın önem kazandığı dönem de böyle bir süreçte gelişmiştir.

Yakın tarihin kısa bir özetini sunma gereği bu sergiye eleştirel bakarken zorunlu bir davranış olarak görülmeli. Bu bağlamda “Kimlikler Lütfen!” sergisinin öncelikle isminden başlamak gerekiyor. Savunduğu kavramsal duruş ile oldukça orantılı bağlantı kuran bir başlık. Kimlik sorgusu ile karşılaşacağınızın sinyalini veren bu başlık sergi izleyenine umduğunu sunuyor. Ayrıca; soyut ve somut bağlamlarda ele almaya müsait “kimlik” kelimesi hem öznel kimlik hem de toplumda var olmanın gereği kimlik- nüfus cüzdanına da gönderme yapıyor. Var olmanın gereği; bir kimliğe, bir hüviyete sahip olmak. Belli bir uyruğa, cinse, dine bağlı olmanın ya da gereğinin tasdikli belgesi. Doğum ile başlayan yaşam sürecinde bireyin sahip olduğu ilk resmi belge. Bu belgenin üzerinde yazması zorunlu bilgilerin yaşam sürecinde ne kadarı geçerli, sabit kalıyor? Sabit kalmama durumunda ise toplumdaki aynılığın, kuralların, tabuların dışında bir özne halini alma durumu da ayrıca bir ötekilik yaratıyor. Özellikle Türkiye’de sanatçı duruşu ve kimliği ile öteki olma durumunda; fazla politik, bölücü, deli, çılgın gibi sıfatlamalara maruz kalmak an meselesi olabiliyor.

“Kimlikler Lütfen!” sergisinde öncelikle Ali İbrahim Öcal’a ait videolar öne çıkıyor. “Dalgalar Boyunca” ve “ Narinlerle” isimli videolardan “Narinler” çalışmasında sanatçı; birtakım manipülasyonlarla hareket eden, kapaksız bir çamaşır makinesinde yıkanan Türk Bayrağı imajı ile ırksal kimliklerin aidiyet sorununu tartışıyor. “Dalgalar Boyunca” da ise yine Türk bayrağı siyah fon önünde bir çiftetelli müziği eşliğinde dalgalanıyor. Kimlik belgesi ile eşdeğer misyona sahip ülke bayrağının içerisinde barındırdığı farklılıkların, öznel duruşların kifayetsizliğini dolaysız bir yol seçerek anlatan sanatçı, seçtiği müzik yoluyla toplumsal bellek ile de bağlantılar kuruyor. Bu dolaysız anlatım dili sergide görmek istediğimiz güncel sorunlardan birisi olan politik kimliğe vurgu yapan üslubuyla önem taşıyor. Sanatçı; metaforlardan uzak duran video dilinde oldukça cesur ve özgüvenli bir anlatım yolu seçmiş.

Sergide yine Mehmet Öğüt’e ait olan “ Black Cube” isimli beş kanallı video çalışması da ilgi uyandırıcı bir dile sahip. Öteki kavramını iyi algılayabilmenin en iyi yolunun öteki olmak olduğunu ifade ederken sanatçı, bu kavramı kabul etmek ile önyargıları kırmak için mücadele etmek arasında oluşan çelişkileri izleyene hissettiriyor. Beş kanallı videoların her birinde; ideoloji, inanç, aile, dil, sosyal hayat öznel unsurlara da yer verilerek değerlendiriliyor. Örneğin; Diyarbakır doğumlu sanatçının videolarda annesini ve kardeşini model olarak seçmesi, Öğüt’ün kendi öznel derinliğine de gönderme yapıyor.

Sergide; Mehmet Öğüt’ün kimlik yorumu ile aynı paydada değerlendirilebilecek yapıtlardan birisi de İnsel İnal’a ait “ El-Taş-El-Taş”. 99 adet fotoğraf baskıdan oluşan çalışmasında sanatçı; elleri kirli, terli olduğu gerekçesiyle cezaevine yerleştirilen ve bazen ağır hapis cezaları ile toplumsal açmaza sürüklenen çocukların ellerini bizlere sunuyor. Güneydoğuda belirli ideolojilere alet edilen küçük çocukların reel hikayeleri, önyargılar ve araçsallaşan çocuk bedenlerine gönderme yapan sanatçının fotoğraflarındaki çocuk elleri büyük sergi mekanı ile kurduğu ilişki sonucunda içselleşen bir anlatım diline kavuşuyor. Bu noktada; mekanı ile ilişkiye girebilmeyi başaran birkaç yapıttan birisi de İnsel İnal’a ait olan yerleştirme.

Siyasi duruşu ile dikkat çeken ve çift kimlikli olarak nitelendirilebilecek Öykü Potuoğlu da İstanbul doğumlu ve Washington’da yaşıyor. Sanatçı; “Denge” adını verdiği enstalasyonunda iki adet dünyayı bir terazide tartıyor. Fakat; bu dünyalardan birisinde Türkiye yok ama terazi bize bu eksikliği göstermiyor. Tam dengede durmaya çalışan terazi kefelerine yüklenen anlam oldukça iddialı görünüyor. Ülkeler arasında kurulmaya çalışılan denge siyaseti anlatılırken Potuoğlu’nun kullandığı keskin dil, anlatmak istediğini dolaysız ama düşünmeye sevk edici bir yolla vurgulaması enstalasyonunun önemini bana göre oldukça artırıyor. Sanatçının kullandığı dünya maketi de kimlik sorgusu söz konusu olduğunda serginin anlamlı bir sembolü halini alıyor.

İdeolojik ve politik kimlik cephesinde; Çağrı Saray’a ait “Bir Zamanlar Subatan” videosu da serginin akılda kalan yapıtlarından. 25 Nisan 1918 tarihinde Türk, Ermeni ve Rumlar’ın birlikte yaşadığı Kars’a bağlı Subatan köyünde 570 kişinin Ermeni çeteler tarafından katledildiği gün hatırlatılıyor. Farklılıklarla aynı paydada gelişebilen aynılıklara iyi bir örnek olabilecek olayda üç farklı etnik grubun aynı anda katledilmesi oldukça trajik ama iki kez düşündüren bir tarihi hikaye. Sanatçı; bu trajik olayın kanıtı olan fotoğraflardan oluşan kolajı da video dilinde kullanmış. Gerçeklerle olan dolaysız ve çarpıcı yüzleşme videonun görünür olmasında önemli bir etken.

Ayrıca; Didem Dayı’ya ait “ Bizi Bir Başka Dünyaya Hazırladılar” propaganda yazısı da sahip olduğu minimal yaklaşımı, sadece tipografiyi kullanıyor olmasına rağmen verdiği mesajdaki ifade gücü ile öne çıkan bir enstalasyon. Özellikle Cer Modern’in geniş fiziki yapısına olan uyumu ve bütünlüğü de yapıtın önemini artırıyor. Sergi mekanı düşünüldüğünde mekan-yapıt ilişkisindeki denge ve iki faktör arasındaki diyalogun en güçlü olduğu yerleştirme hiç kuşkusuz; “ Bizi Bir Başka Dünyaya Hazırladılar”.

Sergide yer alan sanatçıların çok yönlü bakışı oldukça önemli. 11.İstanbul Bienali’nde izlediğimiz siyasi eğilimin eleştirilme nedenlerinden birisi de bienal kavramının tek yönlü görünürlüğü idi. Bu açıdan izlendiğinde, sergideki “kimlik” kavramının sadece siyasi cepheden ele alınmaması da oldukça önemli.

Örneğin; kadın kimliğini sorgulayan Şükran Moral “Bordello (Genelev)” videosunda; genelev kadınlarına gönderme yapıyor. Sanatçının genelev kadınları ile kurduğu empatik yaklaşım, kendi bedeni üzerinden bir genelev kadını olma hali de oldukça önemli bir duruşu gösteriyor. Moral’in yapıtlarının genelinde kullandığı feminist yaklaşımlar ve öteki olma durumu, gerçek ile oluşturduğu bağlar dikkat çekiyor. Moral; “Bordello” videosunda Yüksek Kaldırım’da oynadığı hayat kadını rolü ile dönemi içerisinde bir fenomene dönüşmüştü. Özellikle videonun yapıldığı 1997 yılındaki Türkiye’nin sosyal koşulları düşünüldüğünde sanatçının videoda sergilediği performansın Türk performans sanatının tarihine geçecek öneme sahip olduğunu da belirtmek gerekiyor. Sanatçı; videoda bir genelev kapısına “çağdaş sanat müzesi” yazıyor ve sandalyede oturan yüzü örtülü genelev kadınlarından birisi de elinde “for sale” yazan bir kağıdı tutuyor. Bu videoda sanatçı- fahişe, müze- genelev kavramları arasında bir sorgulama dikkat çekmekte. Nitekim bu yıl British Museum koleksiyonuna İpek Duben, Azade Köker ile birlikte Şükran Moral’ın da yapıtının kabul edilmesi ve feminist duruş ile Türk Sanatının temsil edilir olması da ayrıca üzerinde durulması gereken önemli ve olumlu bir gelişme. Şükran Moral’ın sergideki “Bordello” videosundan bir iz taşıyan 80x58 cm. boyutlarında olan ve yine “Bordello” ismini taşıyan tablosu söz ettiğim koleksiyona dahil edildi. Bu tabloda da sanatçı; videoda izlenen yüzü örtülü genelev kadınına ve sarı saçlı kadın figürü ile de kendi temsiline yer vermiş.

Kimlik sorunsalını farklı cepheden değerlendiren, sergide prestij eser ve isim olarak algılanmaya müsait Şükran Moral ve “Bordello” videosunun dışında Nancy Atakan’ında aynı etkileyici çizgiye sahip olduğunu belirtmek gerekiyor. Herhangi bir yaş ve tecrübe sınırını hissetmediğimiz, katı kuralları olmayan küratöryel bakışın bu çok cepheliliğini de olumlu bulduğumu söylemeliyim.

Nancy Atakan; Amerika’lı ve Türk olma durumu arasında yaşadığı ikilemini 2009 tarihli “Dediğiniz Gibi Değilim” videosunda anlatıyor. Videoda; çift kimliklilik içerisinde gerçekten nereye ait olduğunun kararsızlığı ve kim olma durumunun sorgusu ön planda. Kim olma konusunda kararsızlık içerisinde olan sanatçı kendi bireyselliği üzerinden kadın kimliğine dokunuyor. Ayna karşısında 17.yy. barok portreleri andıran bir ikonografik duruş içerisindeki sanatçı, makyaj metaforunu kullanarak kadını semiyolojik bir duruş içerisine yerleştiriyor. Kadının girdiği metamorfik duruşta izlenen romantik ayrıntılar sanatçının ayna kenarına iliştirdiği kartpostallarda gizli. Amerika bayrağı, dini imgeler, Türk bayrağı göstergeleri; nereli olmak, kim olmak sorgusunu yapıyor. Amerika’nın ülke ve toplum kimliği, Türkiye’nin ülke ve toplum kimliği arasındaki gidip gelmeler sanatçı üzerinde yoğunlaşan empatik tavrı güçlendiriyor. Feminist tavırları ve Amerika- Türkiye arasında yaşadıkları kimlik kararsızlıkları ile Nancy Atakan ve İpek Duben arasında kurduğum bağları da belirtmeden geçemeyeceğim.

Sergide yer alan isimlerden Genco Gülan’ın enstalasyonuna da vurgu yapmak gerekiyor. Sanatçı; “Kara BP” adını verdiği çok mecralı yerleştirmesinde ziftle kapladığı şişme deniz oyuncakları aracılığıyla çevre politikalarına gönderme yaparak doğa kimliğini sorguluyor. Gülan, vahşi tüketim kültürünün geri döndürülemez yan etkilerini hatırlatıyor. Sanatçının kimliğe bakış açısı oldukça önemli. Fakat; kullandığı malzeme, sahip olduğu düşünsel alt yapısı ile dünya gündeminde de tanınan Genco Gülan’ın “Kimlikler Lütfen!” sergisinde izlediğimiz kimlik yorumu beklenmedik bir dolaysızlığa sahip. Özellikle Gülan’ın “Kara BP” yerleştirmesi ile aynı paydada değerlendirilebilecek bor minerali ile yaptığı ve dünyada bir ilk olarak nitelendirilen heykelleri, asfalttan yaptığı resimlerindeki düşünsel boyutu ve malzeme hakimiyetindeki başarısı düşünüldüğünde.

Çokuluslu ortamda sanatçının misyonu;globalleşen kimlik sorununu topluma demokratik unsurları barındıran bir sosyolojik boyutla sunmak olmalı. Ayrıca; ülke genelinde kültürel kodlarla bize miras kalan farklılıklarımızı avantaja dönüştürmeyi başarabilmek ve sanatta da farklılıkları demokratik, çoğulcu bir açı ile kullanabilmek oldukça önemli bir sorunsal. Cer-Modern’deki “Kimlikler Lütfen!” Sergisi; bu anlamda Türkiye’deki sanatta izlemeyi arzuladığımız demokratik söylemlerin gelişiminde önemli ve olumlu bir sürecin oluştuğunu haber veriyor. Kuşkusuz Türkiye’de var olan konformist duruşun yerini cesur söylemlere bırakması, hem güncel hem gelecekteki sanat tarihi okumaları için toplumsal bir önem taşıyor ve taşımaya da devam edecek gibi görünüyor…


* Bu yazı Artist actual Ekim 2010 sayısında yayınlanmıştır.