Sayfalar

13 Şubat 2013 Çarşamba


(TÜRK HEYKEL SANATI DOSYASI)

          4- Türk Heykel Sanatı’nda İlk Cumhuriyet Kuşağı    
                                                                      
                           ZÜHTÜ MÜRİDOĞLU (1906-1992)
                                                                                          Ebru Nalan Sülün

           
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Hadi Bara ile anılan önemli heykel sanatçılarından birisi de Zühtü Müridoğlu’dur. Sanatçı;heykel sanatında Hadi Bara ile paralel dönemlerde heykel sanatında kullandığı üslup ve malzeme hakimiyeti, çok cepheli duruşu ile gelişimde önemli bir paya sahiptir. O yıllarda Türkiye’de, gelişen heykel sanatını olgunlaştıran yönü ve önemi nedeniyle Zühtü Müridoğlu’nun sanatı daha ayrıntılı değerlendirilecektir.
            Sanatçı; 1924 yılında İhsan Özsoy’un desteği ile Sanayi Nefise Mektebi Alisi’ne girer.  Okulda İhsan Özsoy’un öğrencisi olur. Sanatçı 1928 yılında okulu bitirir ve o dönemde yaygın olan Avrupa bursunu girdiği sınav sonucunda kazanır. Müridoğlu; 1928 ve 1932 yılları arasında Paris’teki Özel Colarossi Akademisi ve Marcel Giomand’un atölyesinde çalışmıştır. Bu eğitim sürecinde sanatçı, Ecole du Louvre’daki sanat tarihi eğitimi ve Sorbonne’daki estetik kurslarına katılır .
            Müridoğlu; 1932 yılında yurda döner. Sanatçı; o dönemin eğitim modeli gereği Samsun’da öğretmenliğe başlar. Daha sonra İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde heykeltıraşlık görevini yürütür. 1939’a kadar  bu görevde kalan sanatçı aynı yıl içerisinde Gazi Eğitim Enstitüsü’nde eğitmenliğe başlar. Bir yıl orada görev yaptıktan sonra da 1940 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’ne atanır. Orada Dekoratif Sanatlar Bölümü’nde Marie Louis Sue’nin yanında modelaj eğitimini verir. Bu eğitmenlik sürecinden sonra sanatçı 1950 yılında A.Hadi Bara ile birlikte Heykel Bölümü atölye öğretmenliği görevini yürütmeye başlar.
Sanatçı; 1955’de heykelde ağaç uygulamaları eğitimi için akademide “Ağaç Uygulama Atölyesi”ni açar.1969’da ilgili kanun gereğince “profesör” ünvanını aldı. 1971’de yaş haddinden emekli olmasına rağmen “emeritüs profesör” olarak Akademideki çalışmalarını uzun yıllar sürdürür. Daha sonra öğretim üyeliğinden tümüyle uzaklaşarak kendini heykel çalışmalarına verir (1)
.  Sanatçının yaşadığı dönemde Türk Çağdaş Sanatı da dönüşüm yaşamaktadır. Müridoğlu, bu dönüşüm sürecinde heykel sanatının ivmesini artıran ve tartışma açan heykellerle gündeme gelmiştir. Sanatçının heykel yapma sürecini araştırmak aslında yaşadığı dönemde gelişen heykel üslubu hakkında da yorum yapmamızı kolaylaştırır.
Sanatçı, İhsan Özsoy’un öğrencisi olmuştur. Bu nedenle ilk heykellerinde yoğun olarak İhsan Özsoy ve Marcel Gimond’ın etkileri sezilir. Özellikle öğrencilik yıllarında Müridoğlu, Yunan ve Mısır Sanatı’na bağlanmıştır. Bu yıllarda aslına benzetme ustalığı ve el becerilerinin sınandığı işleri yoğunluk kazanır. Sanatçı; bu süreçte akıl ile el becerisinin uyumunu önemser ve modelini ayrıntılardan arındırır. Bu dönem heykellerinde yoğun olarak beden ve form sorunlarına yönelir. Müridoğlu, vücudun farklı duruşlarla elde ettiği farklı form yapısını kurgular ve bunu farklı malzemelerle dener. Sanatçının üslubunda bu süreç 1947 tarihine kadar devam eder. Sanatçı; Paris’te yaşadığı süreçte Marcel Gimond’un atölyesinde çalışmıştır. Dolayısı ile bu dönem eserlerinde Gimond’un  etkisi  sezilir. Sanatçının ilk Paris döneminden sonra ürettiği heykelleri Ar Dergisi’nde yorumlanmıştır:
“ …heykeltıraş Zühtü, genç neslin en kudretli unsurlarından biridir. Zühtü şimdiye kadar monümantal heykele girişmedi. Ona bu imkanı vermeyen tesadüfe müteessif olurken, genç heykeltıraşın bize şimdiye kadar gösterdiği birçok etüdünü ve bilhassa büstlerini ve portrelerini zikredelim. Zühtü, form mükemmeliyetini realize edebilen, her eserinde tam bir şekil ve ahenk olgunluğuna varan bir sanatkarımızdır. Paris’te Marcel Giomand’un atölyesinde çalışmış olan Zühtü, heykeltıraşlığın ezeli kanunlarını bir araya toplayan eserleri,Türk heykeltıraşlığının birinci planda gelen mümessillerinden biridir…” (3)
Balerinler Serisi'nden

ahşap konstrüksiyon

Sanatçı; 1947 yılında ikinci kez Paris’e gitmiştir. 1949 yılına kadar kaldığı Paris’te çağdaş heykel dinamiklerini incelemiş ve üslubunda yeni bir sürecin başlamasını sağlamıştır. Sanatçının bu dönem heykellerinde soyut-somut tartışması ve malzeme duyarlılığı izlenir. Onun soyut formları heykel sanatında her zaman farklı malzemeler üzerinde değerlendirir. Sanatçı, ağaç dallarını, bakırı, taşı heykellerinde kullanmaya başlar. Müridoğlu’nun bu dönüşüm sürecindeki deneysel tavrı da heykelindeki çok çeşitliliğe neden olmuştur. Sanatçı, ağaç dallarını ayıklar ve üzerlerine cila sürerek ya da bakırla kaplayarak ışık unsurlarını ağaç formlar üzerinde kullanır. Bu deneysel süreç onun uzun süre ağaç malzeme kullanmasına neden olacaktır. Ağaç malzeme ile “Mahalleler”, “Kibeleler”, “Mezartaşları” gibi seriler de hazırlamıştır. Öyle ki sanatçı Akademi’de 1955 yılında ağaç uygulama atölyesini kurmuştur. 1971’de emekli olana kadar bu atölyede eğitim vermiştir. Sanatçı, emeklilik sonrası tasarladığı heykellerinde tekrar figüre bağımlı ve küçük boyutlu heykelleri tercih etmiştir. Bu dönemde Giacometti etkili kurguladığı “Balerinler “dizisi sanatçının son dönem üslup değişimini izlememize neden olur. İncelip uzayan formlar belli bir hareket ve ifade kaygısı ile şekillenmişlerdir.
Zühtü Müridoğlu'nun tek ya da ikili-üçlü figür grupları halinde tasarımlanan bronz heykelleri, ince uzun formlarıyla Alberto Giacometti'nin eserlerini anımsatıyor. Şair Cemal Süreyya ikisi arasındaki farkı şöyle yorumlamış: "Giacometti yerçekimi tutkunu bir sanatçı; Zühtü Müridoğlu'nda ise bütünüyle bir gökçekimi söz konusu. Avucunu üstüne koyduğu anda, malzeme çılgınca bir hareket, bir uçma sürecine girer. Kuğu nedir? Uzaya bulaşmış kaz... Zühtü Müridoğlu'nun heykellerinden sonra, her kazın, kuğu olma hakkı doğdu..." (4)
Sanatçının statik olarak değerlendirilebilecek heykellerinde kullandığı çok çeşitli malzeme duyarlılığı klasik formların malzeme yardımı ile nasıl dönüştüğüne kanıt gösterilebilir. Sanatçının oluşturduğu biçim ve düzenlemede duygu yerini akıla bırakmıştır. Artık heykelde bir malzeme öne çıkmaya başlamış, form dönüşmeye başlamıştır. Heykelde non-figüratif form öne çıkmaya başlamıştır. Müridoğlu; bu süreçte heykellerinde ışığı da ihmal etmemiştir. Sanatçı; ışığın farklı malzemeler üzerinde oluşturduğu etkiyi araştırarak hareketi aramıştır. Sanatçı özellikle perdahlanmış yüzeylerden kaçınarak yüzeyde oluşturduğu ışık etkilerini yakalamaya çalışır. Bu etki sanatçı için bir dışavurumun göstergesidir. Sanatçı geride yetmiş sekiz tane  eskiz ve çizim defteri bırakmıştır. Bu defterler sanatçının tasarlama sürecinde yaşadığı deneyimleri görmemizi sağlar. Oldukça sabırla uyguladığı etütler, desenler Müridoğlu’nun oluşturduğu heykele uzanan yolu bize gösterir.
            Sanatçı anıt heykel yapımına da katkı sağlamıştır. Müridoğlu, Anıtkabir’deki bazı kabartmaları ve Beşiktaş’taki Barboros Anıtı’nı gerçekleştirir. Hâdi Bara ile ortaklaşa gerçekleştirdiği anıt çalışmaları; Barbaros Anıtı (1939-1944), Zonguldak Atatürk Anıtı (1941-1946), Anıtkabir kabartmalarından Dumlupınar (1951-1953), Muş’taki Atatürk Anıtı (1963-1965) ve Büyükada’daki Atatürk Anıtı (1964-1965) dır. Akıl ile dönüşen ölçü, malzeme ile bütünlenmiş ve Türk Heykel Sanatı’nda yeniliği takip eden ve ileriyi gören bir sanatçı kuşağı yetişmeye başlamıştır.
Zühtü Müridoğlu, yaşadığı döneme hem sanatsal üslubu hem de düşünsel gücü ile yön vermiştir. Uzun süren akademi eğitmenliği süresince sanatçı gruplarında, kolektif düşünsel tartışmalarda heykeltıraş olarak yer alan nadir sanatçılardandır. Sanatçı; özellikle D Grubu içerisinde var olan tek heykeltıraş olarak da dikkat çeker. 1933 yılı Temmuz ayında dikkat çeken bir sergi ile var olan grup üyeleri Türk sanatının modern ve dinamik olma sürecini başlatmışlardır. Müridoğlu; grubun ilk ortaya çıktığı dönemlerde Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ile birlik olmuş ve tek heykeltıraş olarak yenilikçi hareketin içerisinde yer almıştır.
“D Grubu”nda yer alan sanatçıların ortak özelliği sanatı tartışan ve kendi sanatını da anlatan bir sanatçı portföyüne sahip olmasıdır. Müridoğlu da sanatına yansıttığı dinamik, yenilikçi üslubunu dönemin önemli sanat tartışmalarının yapıldığı Ar Dergisi’nde yaşayan sanattan ilham alarak anlatmıştır. Aynı zamanda adı geçen dergide sanatçı dönemin yaşayan sanatı üzerine de eleştiri metinleri yayınlamıştır.
Nusret Suman ile devam edecek olan süreç artık farklı bir enerjiye sahiptir. Türkiye’de heykel sanatı her şartta ilerlemeye ve değişmeye devam edecektir…

* Bu yazı Artist modern ,Ekim-Kasım 2011 de yayınlanmıştır.

Notlar:
           
(1)   Tansuğ, Sezer (1996), Çağdaş Türk Sanatı, İstanbul, syf: 388.
(2)   Gezer, Hüseyin (1983), Cumhuriyet Dönemi Türk Heykeli, İstanbul:Türkiye İş Bankası Yayınları, s.109
(3)   Ar Dergisi (imzasız), Nisan 1937, s.4.
(4)   Özsezgin, Kaya ( 2006), Resim, Heykel, Bütün Bir Yaşam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder